KendimiBirinden Soğutma Duası duasitem 29 Eylül 2014 6 529 Bir dakikadan az Konu başlığından da anlaşıldığı üzere soğuma ve soğutmak için yapılan çalışmalardır. İki kişinin birbirinden uzak durması için çok sık tercih edilen bir işlem çeşididir. Bunun dışında okuma yapılarak dualar ile hazırlanan tertipleride vardır. SevdiğimKızla Evlenmemiz için Büyü Sevdiğiniz kızla evlenmek için neler yapmalısınız sizlere bu konuda bilgiler vereceğiz ; İnsanoğlunun fıtratında doğduktan Devamını Oku » Dil Bağlama Büyüsü ÇOKSEVİLEN BİRİNDEN BİR ANDA SOĞUMAK #Shorts | Canten Kaya VideolarıKanalıma Katkı sağlamak isteyenler için KATIL butonu aktif katılın:https://www Birindensoğumak için okunacak dua. BY admin 2022. Birisini unutmak için hangi dua okunur? La ilahe illallah ente sübhaneke inni küntü mine'z zalimin. La ilahe illallahülazim ül halim la ilahe illallahü Rabbül arş ilazim la ilahe illalahü Rabbüs Ultraaşırı ısrarcı olmaları "Hadi bize gidelim!" "Of çok baydı, hadi eve kaçalım!" "Eve gidelim sakin sakin" "Ya gel işte n'olcak, bize gidelim!" "İstemediğin hiç bir şey 3zeVGAw. Burun direğini kıracak kadar leş gibi ter kokması Ayy bunun kadınını da erkeğini de at çöpe. O ne yahu? İnsan biraz dikkat eder. İnsanlık hali, gün içinde çok yoğunsundur, streslisindir filan ama insan bi fıs fıs deodorant da mı sıkmaz ya? Bir de o kişinin nerede, ne zaman çıkacağı belli olmaz, hijyenine dikkat ederek doğru kişiyi elinden kaçırma! Yakınlaşma düşmanı ağız kokusu Tüm coolluğu, çekiciliği saniyede öldürdün, tebrikler. 1 TL'ye çok acayip sakız satıyor bakkallar. Çiğnemeye başladığında ağzın gül bahçesine dönüyor. Denemekten zarar görmezsin derim. Tüm dünyaya yetecek kadar egosu olması Aptal olduğunu gizleyememesi Ben manitanın zeki olanını isterim. Kanka diye hitap etmesi Abi dümdüz yürüyorsun, neyin kankası? Ultra aşırı ısrarcı olmaları "Hadi bize gidelim!" "Of çok baydı, hadi eve kaçalım!" "Eve gidelim sakin sakin" "Ya gel işte n'olcak, bize gidelim!" "İstemediğin hiç bir şey yaşanmayacak, söz veriyorum!" "BİZE GİDELİM mi?" Cool olmaya kasıp odun olmak Evlilikle kafayı bozmuş olması Evde kalmış, size yamanmaya çalışıyor. Arkana bakmadan kaç! Gözünüzün içine baka baka yalan söylemesi Her konuya eski sevgilisinden örnek vermesi "Seviyorsan git, konuş bence!" demenizi tavsiye ediyoruz. Beceremediği halde espri yapmaya çalışması Kıskançlıkta 100 metre engelli koşu rekorunu kırması "o kimdi?" "Neden selam verdi?" "Kim arıyor?" "Sana neden öyle baktı?" "Biraz fazla samimi değil misiniz?" Bu daha başlangıç.... Download Free PDFDownload Free PDFGökhan Özdeniz, 2019Gökhan ÖZDENİZThis PaperA short summary of this paper33 Full PDFs related to this paper Sözlük içinde 3363 kelime Z`ye kadar Bütünüyle, baştan aşağı. Abacı, kebeci, ara yerde sen neci? Olay ve konu hakkında yeterliliği, yetkisi olmayan kişiler için “Sen neden karışıyorsun?” anlamında yakmak Bir kimseye gönlünü yolcu 1 Yolculuğa çıkmaya kararlı. 2 ölmek üzere olan kimse için şaka yollu şüphesi olmamak Kötü bir iş yapmadığına emin kaçmak söz Söylenilen sözün ortama, konuya uygun iştigal etmek Yersiz, yararsız, boş ve anlamsız şeylerle vakit sabuk konuşmak Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz cubur Yararlı olup olmadığı düşünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan acına Aç olarak, hiçbir şey yemeden. Aç susuz kalmak Çok yoksul bir duruma düşmek, fakirlikten yaşayamaz hâle gelmek. Aceleye getirmek dara getirmek 1 Bir işi gerektiği gibi yapmayıp, zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak. “Tezgâhtar aceleye getirerek gömleğin defolusunu vermiş.” 2 Zaman darlığı sebebiyle gereken özeni çaylak Toy, tecrübesiz, beceriksiz. Acemilik etmek Düşüncesizce hareket çekmek /duymak 1 Bedensel ağrı, sızı duymak. 2 Üzülmek, üzüntü içinde kalmak. Acı soğuk Keskin, hoşa gitmeyen, çok üşütücü soğuk. Acı söz İnsanın gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz. Açığa çıkarılmak / alınmak İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek. Açığa vurmak Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkmak Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu bulmak Herhangi bir işteki eksiği, hileyi veya zararı ortaya alınla Başarı, şeref, övünç ve bono vermek Bir kimseye sınırsız, istediği gibi davranma yetkisi fikirli Olayları, gelişmeleri, yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayan; düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen kalpli /yürekli Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse. Açık kapı bırakmak Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak. Açık konuşmak Gerçeği sakınmadan, çekinmeden saçık Göreneğe, terbiyeye aykırı derecede açık söz, davranış, elbise. Açık seçik Çok açık, çok belirgin, ayrıntılarına kadar vermek 1 Geliri, giderini karşılamamak. 2 Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli kalmak olmak 1. İş ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak. Açıktan kazanmak Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para içine / yüreğine işlemek Bir şeyin verdiği acı, üzüntü benliğinde derin iz bırakmak. Acısını çekmek Yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntüyü çıkarmak 1 Acılığını yok etmek. 2 Önceden uğradığı maddî ve manevî zararı sonradan gidermek. 3 Öç almak. Açlıktan nefesi kokmak 1 Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak. 2 Uzun zaman bir şey yemediği düşmek İçinden çıkılması oldukça güç bir durumda / insan sarrafı Tecrübesi sayesinde insanların iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmiş etmek 1 Eğitmek, yetiştirmek, belli bir seviyeye getirmek. 2 Tamir edip kullanılır hâle getirmek, bir yeri düzene evladı İyi bir ailenin iyi yetiştirilmiş; özü, sözü doğru olmak 1 Yetişip büyümek, gelişmek, iş güç sahibi olmak. 2 Onarılıp işe yarar hâle sen de adam! Bir işin önemli olmadığını, aldırılmaması gerektiğini anlatmak için söylenir. Adam sırasına geçmek / girmek Toplumda kendisine daha önce değer verilmezken, artık kendisine önem ve değer verilir olmak. Adama benzemek Düzelmek, göze hoş görünmek. Adama dönmek Hoşa giden bir duruma gelmek, saymak Değeri olmadığı hâlde bir kimseye kıymet vermek, saygı duymak. Adı batmak Adı anılmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak. Adı çıkmak Kötü bir şöhret kazanmak. Adı kalmak Bir kimse veya şey ortadan kalktıktan, öldükten sonra adı dillerde dolaşır karışmak İyi karşılanmayan bir olayla ilgisinin bulunduğu, o olaya karıştığı atmamak Kesinlikle gitmemek, uğramamak, ağzına almamak Dargınlık, kırgınlık, kızgınlık vb. sebeplerle bir kimseden söz anmamak Bir şeyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmuş koymak 1 İsim vermek. 2 Bir şeyin karşılığını veya fiyatını kararlaştırmak. Adını vermek 1 Birinin adını bildirmek. 2 Biri tarafından salık verildiğini gönderildiği kimseye buyurunuz Özür dilemeyi ifade eden bir deyimAfiyette olmak Sağlığı, sıhhati yerinde olmak, rahat yaşıyor olmak. Aforoz etmek 1 Kilise birliğinden çıkarmak. 2 Birini yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, ilişkileri tamamen aksak Pek yavaş olarak, düzgün başlı Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, işlerini düşüne taşına yapan basmak 1 Ağırlığı fazla gelmek. 2 Bir işte etkili olmak, gücü üstün gelmek, istediğini elli 1 Oldukça yavaş iş yapan, çabuk yapmayan. 2 Vurduğu zaman çok acıtıp can yakan. Ağır gelmek 1 Ağrına gitmek, onuruna dokunmak. 2 yapılması güç almak Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz / söz birliği etmek Daha önce bir konuda anlaşarak aynı şeyi yapmak ya da aramak /yoklamak Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak. Ağız değiştirmek Daha önce söylediğinin tersini söylemeye eğmek Yalvarmak, hiç de lâyık olmayan birine yüz suyu gevşekliği Sır tutamama kalabalığına getirmek Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp yapmak Birini aldatma, yanıltma, oyalama amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak. Ağız, dil vermemek 1 Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2 Herhangi bir sebeple hiç konuşmamak, sakız gibi çiğnemek Bir düşünceyi, bir sözü tekrar edip laf söz çekmek / çalmak Bir kişinin bildiği şeyleri ustalıklı konuşmalarda ona sezdirmeden kazı gibi yutmak Önüne konulan her yemeği çabuk bir karış açık kalmak Çok şaşırmak, açık ayran delisi Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip kalabalık Çok ve manasız, saçma sapan, tutarsız sözler kulaklarına varmak Çok sevinmek, sevindiği her hâlinden belli laf yapmak Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak. Ağzı süt kokmak Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak. Ağzı var dili yok 1 Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2 Konuşmayıp susan, derdini veya ağzının içine bakmak 1 Ne diyeceğini beklemek. 2 Onun sözüne göre hareket baktırmak Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran bir parmak bal çalmak Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini girmek Dinlenirken konuşana doğru oldukça fazla lâyık Bir yiyeceğin tadı anlatılırken kullanılır, çok lezzetli yiyecek bakla ıslanmamak Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa gevelemek Açık olarak söylememek, belirli bal akmak / damlamak Çok tatlı konuşmak .Ağzından çıkanı kulağı işitmemek Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak. Ağzından düşürmemek Bir kimseden veya bir şeyden her zaman söz girip burnundan çıkmak Çeşitli yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya kaçırmak Söylemek istemediği bir şeyi, boş bulunup laf almak / çekmek Bir kimseyi değişik yollarla ve ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri öğrenmek. Ağzından yel alsın Olumsuz, kötü şeylerden bahsedenlere karşı “ağzını hayra aç” anlamında açıp gözünü yummak Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret aramak Karşısındakini kurnazca konuşturarak ağzından söz almak, istediğini bıçak açmamak Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda havaya / poyraza açmak Umduğunu elde edememek, fırsatı kaçırdıktan sonra boş yere kapamak 1 Susmak. 2 Çıkarının elden gideceğini düşünerek birinin konuşmasını öpeyim / seveyim Sevindirici bir söz söyleyene “ne güzel, hoş söyledin” anlamında içine bakmak Konuşan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek. Ağzının kokusunu çekmek Bir kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak. Ağzının payını vermek Sert söz ve davranışlarla karşılık vererek bir kimseyi yaptığına pişman suyu akmak Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek. Ağzının tadı kaçmak Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak. Ağzının tadını bilmek 1 Güzel yemeklerden anlamak. 2 Bir şeyin güzelini, iyisini bilmek, kuş tutsa… “Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da” anlamında kullanılır. Ah almak Birinin bedduasını üstüne edip eh işitmek Daima feryat etmekAhı çıkmak Eziyete uğrayan bir kimsenin yaptığı bedduanın etkisini tutmak Zulüm görenin bedduasının yerini bulup yerde kalmamak Ettiği beddua er geç etkisini çıkarmak Kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara ıslatan İnce ince yağan yağmur, kardeşi Dünya ve ahiret işlerinde birbirlerinden ayrılmayan kimseler; kan bağı olmaksızın manevî olarak kurulan on parmağı yakasında olmak Haksızlığa uğrayışını bu dünyada önleyip hakkını alamayanın, öte dünyada ahirette kendisine sorumlu olan kimseden davacı sakaldan yok sakala gelmek Çok sular durmak Artık itiraz edilebilecek, karşı durulacak bir nokta defteri Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığı küçük defter, muhtıra defteri, ajanda. Akıl etmek Herhangi bir önlem ve çareyi zamanında düşünmek, vaktinde kârı olmamak Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin yapacağı iş kutusu / kumkuması Çok zeki, akıllı kimse; öğretmek / vermek Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi sır ermemek Bir işin gizli yönlerini, niteliğini, asıl sebebini durgunluk vermek Çok şaşılacak bir şey uslu Dengeli, yaramazlık etmeyen, ölçüsüz ve taşkın davranışlarda kürek çekmek Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir iş uğrunda boşuna çaba sarf karayı seçmek Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet almamak 1 Akla uygun gelmemek, inanılacak gibi olmamak. 2 başına gelmek 1 Zarar gördüğü işlerden uslanıp akıllıca davranmak. 2 Baygınlıktan ayılmak, kendine gelmek. Aklı başında olmamak 1 İyi düşünebilir durumda olmamak. 2 Bayılmak, kendisinden başından gitmek 1 Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak. 2 Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi çıkmak Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok durmak Şaşırmak, düşünemez bir hâle gelmek. Aklı karışmak Ne yapacağını bilememek, bocalamak, şaşırmak. Aklı kesmek Bir şeyin olabileceğine, bir şeyi yapabileceğine /aklını takmak Bir şeyi devamlı olarak düşünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla meşgul etmek. Aklına düşmek 1 Hatırlamak. 2 Kafasında bir düşünce doğmak. Aklına esmek Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar gelen başına gelmek Olmasından korktuğu şeyin zarar verici etkisine gelmek 1 Hatırlamak. 2 Bir şeyi yapmayı düşünmek, koymak 1 Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar yer etmek Uygun bulduğu bir düşünce kafasına zoru olmak Tutarsız, dengesiz, ölçüsüz, delice davranışlarda bulunmak. Aklını bir şeyle bozmak 1 Sapıtmak, delirmek. 2 Yalnızca ilgilendiği, üzerine düştüğü şeyle uğraşıp durmak, başka hiçbir mesele düşünmemek. Aklını almak Çekiciliği, güzelliği ile büyülemek, etkisi altına başına almak / toplamak / devşirmek Mantıksız, ölçüsüz davranışlarda bulunmaktan kendini kurtararak akıllıca bir yola başından almak Çok şaşırtmak, düşünemeyecek duruma çalmak çelmek 1 Kararından, niyetinden vazgeçirip başka bir yola sokmak. 2 Baştan çıkarmak, peynir ekmekle yemek Akılsızca, şaşkınca, delice işler yapmak. Akşamdan kavur, sabaha savur Kazandığını günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için iple çekmek Gecenin olmasını sabırsızlıkla aşağı etmek Birini bulunduğu yerden, mevkiden birini vur birine /ötekine Hepsi aynı, bir ayarda, hiçbiri işe gülüm ver gülüm 1 Karşılıklı sevgi gösterisi. 2 Çokluk uygun olmayan işlerde birbirinin çıkarını takke ver külâh 1 Bir mesele üzerinde uzun çekişmelerden sonra. 2 Senli benli, samimî dostluğu olsun “Günün birinde ondan öcümü alırım” anlamında göz korkutmak için şahin, vereceğine karga Alırken bütün gücünü kullanan ve kolaylık gösteren, kimsede parasını bırakmayan; verirken ise bin bir güçlük çıkaran, vereceğini geciktirmek için elinden geleni yapan kimse için kullanılır. Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete Bir işte bütün yükü sorumluluğu yetersiz kişiye bırakma durumunda söylenir. Alçak gönüllü olmak Gurur ve kibre kapılmayıp kendini olduğundan daha aşağı düzeyde sayma, başkalarından yüksek görmeme durumu. Ali Cengiz oyunu “Kurnazca, haince aklı durduracak iş yapmak” anlamında kıran baş kesen Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet külâhını Veli’ye, Veli’nin külâhını Ali`ye giydirmek Kendi sermayesi olmadığı hâlde, birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini al, moru mor Telâş veya yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş olarak.Alıcı gözüyle bakmak Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden teri dökmek Zahmetli iş görüp çok emek teri dökmek Zahmetli iş görüp çok emek vermek. Allah adamı Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün Allah! Daha çok şaşkınlık ve hayret hâllerini anlatır. Allah aratmasın Yakınılacak bir durumda, bir şeyin hiç bulunmaması hâlindeki sıkıntı anında “Allah daha kötüsünü göstermesin” anlamında aşkına Yemin vermek veya yalvarmak için “Allah’ını seversen” anlamında şaşma, usanç bilir 1 Belli değil, Cenab-ı Hak`tan başka kimse bilmez. Allah hakkı için Doruyu söylemesi istenen kimseye verilen versin 1 Dilenciyi savmak için “bekleme, sadaka vermeyeceğim” anlamında söylenir. 2 İyi şey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da takılma ve şaka için söylenir. Allah yarattı dememek Kıyasıya dövmek, çok emanet Herhangi bir şeyi Allah’ın korumasına ve esirgemesine bırakmak. Allah’ın belâsı Varlığı üzüntü veren, varlığından huzursuz olunan bullak etmek Kurulu düzeni bozmak, karmakarışık bir duruma pullamak Kötü görünüşü kapatmak için bir şeyi süslemek, etmek, kallem etmek İstediğini elde etmek için her türlü kurnazlığa başvurmak. Alnı açık yüzü ak olmak Herhangi bir ayıbı, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve şerefli olmak. Alnını karışlamak 1 Bir işin çok güç olduğunu, yapılamayacak kadar zor olduğunu anlatır. 2 Küçümseyerek meydan okumak, tehdit akıyla Küçümsenecek, ayıplanacak bir duruma düşmeden; tertemiz, şerefiyle, başarılı damarı çatlamak Başarmak için çok sıkıntı çekmek, çok çaba sarf edip emek kara yazısı Kötü talih, yanı çıkmaz sokak Sonuç alınmayacak iş, umutsuz alay, üstü kalay İçi dışı bir olmayan; dışı süslü, içi kaval, üstü şeşhane /Şişhane Daha çok giyim için “altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz.” anlamında kullanılır. Altın babası Çok zengin, parası çok olan bilezik Para getiren, hayat boyunca geçimi sağlamaya yarayan sanat ve meslek. Altında kalmamak 1 Bir şeyi karşılıksız bırakmamak. 2 Bir şeyin üstesinden gelmek. Altından Çapanoğlu çıkmak Girişilen bir işte başa dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile girip üstünden çıkmak Bir serveti, bir parayı, bir kaynağı gereksiz yere, düşüncesizce, sorumsuzca harcayıp kısa zamanda kalkmak Bir zorluğu yenip işi çizmek Bir şeyin daha çok sözün önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek, üstüne getirmek 1. Bir şeyi bulmak için aramadık yer bırakmamak. 2. Söz ve davranışlarıyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık altıya bağlamak O an ki durumu temelli olmayan bir çözümle kurtarmak veya bir işi kesin neticeye vardırmış gibi kalanın canı çıksın “Herkes başının çaresine baksın, güçsüzleri düşünme, gücü yetmeyene ne olursa olsun” anlamında / aşağıdan almak Sert konuşan birine karşı yumuşak, olumlu, onu haklı görüyormuş gibi tavır almak. Alttan güreşmek Biraz geriden, pasif hareket edip gizli gizli yenme yollarını dedirtmek amana getirmek Karşı koyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, teslim olmaya dilemek Önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasını istemek, galip gelenin merhametine vermemek 1 Göz açtırmamak, rahat bırakmamak. 2 Düşmanı acımayıp öldürmek, merhamet gelmek Teslim olmak, önce direnirken zor karşısında boyun da yaptın Olmayacak bir şey söyledin baba günü 1 Mahşer günü. 2 Sıkıntılı kalabalık; telâşlı, tehlikeli, kimsenin kimseyi tanımadığı kuzusu 1 Pek küçük kucak çocuğu. 2 Sıkıntıya, güç işlere alışkın olmayan, nazlı çocuk veya genç. Anan yahşi, baban yahşi Bir kimseyi işini yaptırabilmek için pohpohlamak, gereğinden fazla överek istediğini elde etmeye ağlamak Çok eziyet çekmek, sıkıntıya katlanmak, bitkin duruma düşmek. Anasından doğduğuna pişman etmek Çok eziyet ederek canından bezdirmek, bir kimseyi çok doğduğuna pişman 1 Üşengeç, çok tembel. 2 Canından emdiği süt burnundan fitil fitil gelmek Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, eziyete ağlatmak Bir kimseye çok eziyet edip sıkıntı ağlatmak Bir kimseye çok eziyet edip sıkıntı sat! satayım Önem verme, aldırma, umursama, bunun için kederlenme, gözü Hileci, kurnaz, çok açık göz, çıkarcı, hin oğlu nikâhını istemek Bir şeye değerinden çok para istemek, olmayacak bir istekte bulunmak. Anca beraber, kanca beraber Birbirimizden ayrılmayacağız, işler iyi de gitse, kötü de gitse hep birlikte yapacağız, beraberliği Arap olayım “Hiçbir şey anlamadım” anlamında kullanılır. Ar damarı çatlamak Utanç duyulacak şeyleri sıkılmadan yapmak, utanmayı bırakmak, yüzsüz /aralarını bozmak İki kişi arasındaki iyi ilişkiyi, dostluğu, arkadaşlığı bulmak Birbirleriyle anlaşamayan, bir araya gelemeyen kişileri uzlaştırmak, düze çıkartmak Sonunda işini açılmak / bozulmak İyi ilişkileri, dostlukları, arkadaşlık bağları kopmak; birbirlerine dargın hâle kara kedi geçmek veya aralarına kara kedi girmek İyi anlaşan iki kişinin veya dostun ilişkileri bozulmak, aralarına soğukluk girmek, birbirlerine su sızmamak Çok iyi, çok yakın dostluk veya arkadaşlık kurmak, ahbap saçına dönmek İşlerin çok karışıp içinden çıkılmaz bir durum alması. Araya girmek 1 İki kişinin arasındaki bir işe karışmak. 2 Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak. 3 Yapılmakta olan bir işin yapılmasını koymak Bir işte sözü geçen bir kimsenin aracılığına yapmak 1. Arası bozuk olan kimse ile barışmak. 2. Arası açık olan iki kişiyi uzlaştırıp, olan anlasın /anlar Üstü örtülü olarak söylenen bir sözün, anlayışı kuvvetli kimselerce anlaşılabileceğini belirtmek için kovanı gibi işlemek Girip çıkanı, gelip gideni çok / sırt çevirmek Birine eskiden duyduğu ilgiyi göstermemek, yabancı gibi arkaya vermek Birbirini korumak, kollamak, için birleşmek; dayanışmak, yardımcı çıkmak Birilerine karşı, birini korumak; savunmak, kapıdan çıkmak Özellikle bir eğitim kurumundan, bir iş yerinden hiçbir varlık gösteremeden, bir şey öğrenemeden söylemek Bir kimsenin bulunmadığı yerde onun hakkında ileri geri konuşmak, dedikodusunu yapmak, vurmak Kendisine inanan, güvenen bir kimseye gizlice kötülük etmek. Arkası / sırtı pek 1 Soğuktan muhafaza edecek biçimde giyinmiş, iyi giyinmiş olan. 2 Güçlü bir kimseye ya da yere /sırtı yere gelmemek 1 Sarsılmamak, sağlam ve sağlıklı durumunu sürdürmek. 2 Hiç yenilgi yüzü kesilmek TüTükenmek, bitmek, süregelen bir şeyin son bulması. Arkasına düşmek 1. Birini gözden ayırmayarak arkasından gitmek. 2. Bir işi sona erdirmek için çok sıkı dolaşmak / gezmek Bir işi sonuca bağlamak için ilgili yerlere giderek görüşme fırsatı aramak, onların yardımını birine vermek Bir kimsenin himayesinden güç getirememek Başladığı işi sürdürüp sona erdirememek, sıvamak İltifat etmek, okşamak, övmek, birisini bu yolları kullanarak bir işe sevk sıvamak İltifat etmek, okşamak, övmek, birisini bu yolları kullanarak bir işe sevk etmek. Armudun sapı var, üzümün çöpü var demek Hiçbir şeyi beğenmemek, her şeyin bir kusurunu piş, ağzıma düş Bir işin hiç emek harcamadan olmasını, kendiliğinden hazır olup ayağına gelmesini bekleyenlerin durumunu anlatmak için boyu kadar gitmek Çok az kumrusu gibi düşünmek Derin derin ne yapacağını bilemeden, çaresizlik içinde düşünüp yapmak Bir yeri sürekli çıkar kaynağı olarak kullanmak, kurtarmaz 1 Bundan ucuza verilmez. 2 Daha aşağı bir durumu kendine lâyık tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık Sakıncalı oluşları eşit olan iki karşıt davranıştan birine karar verememe zorunluluğunu anlatmak için almak Sert konuşan kimselere karşı yumuşak bir dil kullanmak. Aşık atmak Birisiyle yarışmak, özellikle kendisinden üstün birisiyle yarış kesmek 1 İşkence etmek, zalimce tavırlarda bulunmak. 2 Tehdit etmek, zalimce davranışlarda bulunacakmış gibi konuşmak. Askıda kalmak Bir engel çıkması dolayısıyla bir işin sonuca varamaması, yapılamayıp öylece almak 1 Geciktirmek, belirsiz olarak ertelemek, bir işi zamanında yapmayıp savsaklamak. 2 Altı boşalmış yapıyı dikmelerle tutturarak yıkılmaktan çıkarmak Evlenecek kimselerin nikâhtan önceki durumlarını gösterir belgelerin, belirli bir süre için ilgili dairede görünür bir yere asılması, ilân faslı / astarı olmamak Yalan, asılsız olmak, gerçek payı yüzünden pahalı Gerçek değerinden fazlaya mal yüzünden pahalı olmak Bir işin ayrıntısına ödenen paranın aslına ödenen paradan fazla olması, gerçek değerinden fazlaya mal astık, kestiği kestik Davranışlarından dolayı kimseye hesap vermeyen, istediği gibi davranan, çok sert kimseler için oynatmak 1 Ata hüner göstermek. 2 Bildiği ve istediği gibi davranmak. 3 Belli bir alanda üstünlük kurmak. Ata et, ite ot vermek / yedirmek Uygunsuz iş yapmak; birbirini tamamlayan, birbirine uyan unsurları ters kullanmak; kişilere işlerine yaramayan şeyi, ilgili olmadıkları görevi almak 1 Yanmak, tutuşmak. 2 Ateşli silâhın patlaması. 3 Telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, bacayı sarmak Bir iş ya da olay önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak. Ateş basmak Aşırı ölçüde sıkılmak, heyecanlanmak, utanmak sonucu vücutta sıcaklığın artması, yüzün kesilmek 1 Çok kızgın, öfkeli davranışlar göstermek. 2 Çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak. 3 Ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek. Ateş püskürmek Çok öfkeli olmak, ağır sözler atmak Birini çok tehlikeli bir işe bile bile tutmak 1 Ateşli silâhla mermi atmak. 2 Bir şeyi ateşin üzerinde tutarak vermek 1 Bir yeri bilerek yakıp yok etmek. 2 Aşırı ölçüde telâşlandırmak. 3 Bir toplumu, bir ülkeyi kargaşalık içine sürükleyerek yıkıma /nârına yanmak Birinin yüzünden büyük haksızlığa uğramak, zarar görmek. Ateşle oynamak Çok tehlikeli, zarar verecek bir işin üstüne üstüne gitmek ya da böyle bir işe gömlek İçinde bulunulan acı, sıkıntılı, dayanılmaz durumu anlatmak için alan Üsküdar`ı geçti “Fırsat kaçtı, artık yapılacak şey kalmadı” anlamında eşkin, kılıcı keskin Her bakımdan güçlü, dilediğini yapabilir. Atın yüğrükse bin de kaç İmkânın varsa kendini kurtarmaya tutmak 1 Kendi gücünü aşacağı işler yapacağını söylemek, abartılı konuşmak. 2 Birisinin arkasından ileri geri konuşmak, kötü sözler etmek. Atma Recep din kardeşiyiz Biz birbirimizin ne olduğunu biliriz anlamında kullanılır. Atsan atılmaz, satsan satılmaz İşe yaramadığı, sıkıntı verdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için kullanılır. Attan inip eşeğe binmek Bulunduğu dereceden, mevkiden, önemli görevden daha aşağı bir yere inmek veya avaz avazı çıktığı kadar bağırmak Olanca gücüyle bağırmak; sesi yettiği kadar, var gücüyle açmak Yardım istemek, dilenmek, para istemek ya da ister duruma yalamak Umduğunu ele geçirememek, beklediğini elde edememek. Avucunun içine almak Birini her dediğini yapar duruma getirmek, baskı ve etkisi altına düşmek 1 Bir şeyin değerini kaybetmesi. 2 Yalvarır duruma gelmek. 3 İşe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışır kalkmak 1 İyileşmek. 2 Saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri duruma geçmek. 3 Telâşlanmak, heyecanlanmak. 4 Dikilmek, ayakları üzerinde durmak. Ayağı ayakları birbirine dolaşmak Yürürken herhangi bir sebepten ötürü ayakları birbirine takılmak, sendelemek. Ayağı / ayakları suya ermek / değmek Neden sonra aklı başına gelmek, bir şeyin aslını anlamak, beklenen biçimde olmadığını düşmek Bir yere uğramak, o yer yolu üzerinde bulunmak, yolu düze basmak İşleri iyi gitmek, zorlukları yenerek rahata ile gelmek 1 Kendi isteği ile gelmek. 2 Çok fazla emek sarf edilmeden elde / ayaklarına kara su inmek Bir yerde ayakta beklemekten veya uzun süre dolaşmaktan çok bağ olmak Bir işini yapmasına, bulunduğu yerden ayrılmasına engel olmak. Ayağına dolaşmak / dolanmak 1 Birisinin yaptığı işe engel olmak. 2 Başkasına yaptığı kötülük kendi başına gitmek Büyüklük taslamadan alçak gönüllülük edip birinin yanına varmak. Ayağına kapanmak Kendini küçük düşürerek yalvarıp yakarmak. Ayağını çekmek Daha önce gittiği yere artık uğramaz olmak, ilişkiyi ve ilgiyi kesmek. Ayağını denk almak Birilerinin kendisine karşı yapacakları muhtemel kötülüklere karşı uyanık davranmak, tedbirli kaydırmak Bir yolunu bularak birini bulunduğu işten, mevkiden uzaklaştırmak. Ayağını kesmek 1 Bir yere gitmez, uğramaz olmak. 2 Birini bir yere artık uğramaz duruma sürümek1 Verilen bir görevi ağırdan yapmak. 2 Bir yerden ayrılmak üzere bulunmak. 3 Ölmek üzere olmak. 4 Halk inanışına göre birinin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak. Ayağını yorganına göre uzatmak Gelirini giderine uydurmak, harcamalarda geliri altına almak 1 Acımasızca, tekmelerle kıyasıya dövmek. 2 Bir şeyi küçük görerek ondan faydalanma yoluna gitmemek, o şeyi tepmek. Ayağının tozuyla Henüz dinlenmeden, yoldan gelir gelmez. Ayak altında kalmak 1. Hor görülüp aşağılanmak, değer verilmemek. 2. İnsanların sık gelip geçtiği yerde, kalabalık içinde atmamak Bir yere hiç diremek Bir şeyde ısrar etmek, karşı koymak, kendi kararından takımı İşe yaramaz, bilgisiz, görgüsüz, kaba, serseri, değersiz kimselerin üstü / üzeri 1 Kısa süre içinde, acele olarak. 2 Ayakta durarak, ayakta dikilerek. Ayak uydurmak 1 Adımlarını başkasınınkine uydurmak. 2 Kendi gidiş ve davranışını başkasınınkine altına almak Önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, geri geri gitmek Bir yere istemeye istemeye, gönülsüz gitmek. Ayaklı kütüphane Çok şey okumuş, her sorulana cevap veren, çok şey bilen, okudukları aklında kalmış kalmak 1 Bir zorluk karşısında yıkılmamak, çökmemek. 2 Oturacak yer pirincin taşını Bir işin oldukça karışık, dolaşık, içinden çıkılması güç olduğunu anlatmak için kullanılır. Ayılıp bayılmak 1 Sinir krizi geçirmek, bunalıma düşmek. 2 Birini kendinden geçercesine sevmek, beğenmek. Ayranı kabarmak Öfkelenmek, kızıp bağırmak; kasap hepsi bir hesap Hepsi aynı hesaba geliyor çıkmak 1 Pek yükselmek ses için. 2 Herkesçe duyulmak, yayılmak dedikodu için.Aza çoğa bakmamak Eline geçenle yetinmek, tok gözlü etmek Şaka ile takılmak, muziplik etmek, şaka ile aldatmak. Azrail olmak Çok korkulu ve zorba değil iskele babası Saygı duyulmayan,hayırsız baba .Babasının hayrına “Hiçbir çıkar elde etmeden, sadece iyilik olsun diye” kadar Ufak tefek; kısa boylu kimseBadireyi atlatmak Tehlikeli durumu bozmak Mevsim sonunda bağdaki üzümleri kurmak Sol ayağını sağ bacağın, sağ ayağını da sol bacağın altına alıp yerde otlamak Yerinde saymak, hiçbir ilerleme yanık Çok dertli, acılı kimse.Bağrına basmak birini Sevgi gösterip onu koruyuculuğuna başına vurmak birinin 1. Havalar iyice ısınmadan ince giyinmek. 2. Coşkun, taşkın, aşırı davranışlarda açmak bir şeyden, kimseden Onun hakkında konuşmaya başlamak, ondan söz girmek biriyle Onunla herhangi bir konuda kendi görüşünün doğru olduğuna ilişkin iddiaya tutuşmak biriyle Karşılıklı bahse girmek; açık İşleri yolunda giden; talihi açık, şansı açık, kısmeti bağlı olmak 1. İşleri İstediği gibi yürümemek. 2. Evlenecek çağa gelmiş kıza kısmet çıkmamak; kısmeti bağlı kara Talihi kötü küsmek İşlerin ters gitmesi yüzünden karamsar olmak; şansına küsmek, talihine açısı Bir olayı, durumu belirli bir açıdan, yönden inceleme; görüş çakkal Bakkal, kasap, manav gibi esnaf için küçümseme yollu defteri Düzensiz, karalanmış, yıpranmış ağzından çıkarmak Gizli tuttuğu şeyleri açıklamak, söyleyemediği şeyleri sabrı tükenince gibi Pekâlâ, adamakıllı, çok iyi, gereği eti, balık etinde Şişman değil, ama istifi Çok sıkışık , üst üste, kalabalık kavağa kurbağa ağaca çıkınca “Olmayacak şeyler olursa” anlamında uçurmak Asılsızca haber taşa vurmak Farkında olmadan karşısındakini rahatsız edecek, kızdıracak söz teline basmak dokunmak birinin Bir kimseyi duyarlı olduğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, davranışta sana, ona göre hava hoş “Öyle ya da böyle olması benim senin, onun için fark etmez.” mısın dememek Zorlu bir işe, etkene vb’ye dayanmak, bunlardan hiç taşıran son damla Sonunda insanın sabrını tüketen, olumsuz tepki yaratan söz, davranış boşanırcasına Yağmur için Çok miktarda, fıçısı gibi 1. Her an bir çatışmanın çıkabileceği olasılığı bulunan yer. 2. Çok kızgın, öfkeli, sert kimse.Barut kokusu gelmek burnuna Savaş ya da tehlikeli bir şey olacağını ağrıtmak Çok konuşarak dinleyenlere bıkkınlık aşağı gelmek 1. Tepesi üstü düşmek. 2. Bütün işleri alt üst aşağı gitmek Durumu gittikçe kötüleşmek, sürekli kötüye aşağı 1. Başı yere yönelik biçimde. 2. Başından aşağıya yere baş Küçük çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini başlarına götürmelerini sağlamak için söylenen başa Birlikte, beraberce; kafa başa vermek Görüş alışverişinde bulunmak amacıyla bir araya gelmek, bir iş için güçlerini birleştirmek; kafa kafaya belası Sürekli rahatsız eden ve bir türlü kurtulunamayan kimse, şey; başının döndürücü 1. Hız ve sürat için Olağanüstü. 2. Baygınlık veri ci. 3. Korku verici, korkutucu. 4. Sarhoş edici. 5. Çok büyük, büyük hayranlık edememek bir şeyle, biriyle 1. O işi başaramamak; o işin üstesinden gelememek. 2. O kimsenin söz ve davranışlarını eğmek birine Güçlü, sözü geçer bir kimsenin buyruğuna uymayı kabul etmek. Baş etmek bir şeyle bir kimseyle Onu yenmeye gücü yetmek, o konuda başarı göstermek 1. Ortaya çıkmak, belirmek, gözükmek. 2. Güneş için göz etmek birini Onu evlendirmek, göz olmak Evlenmek, kaldırmak bir şeye, birine Ayaklanmak, isyan etmek, karşı koymak bir şeye Bir ülkü, amaç uğruna ölümü bile göze alıp tacı etmek birini Ona büyük saygı göstermek, değer bir şey gelmek Kötü bir durumla baş Eşit, denk, çıkarmak bir işi birini 1. Bir işi sona erdirmek. 2. Onu çok çıkmak biriyle Ona gücünü kanıtlamak, istediğini geçmek 1. Yönetici mevkiine geçmek, yönetimde en üst yeri almak. 2. önem bakımından ilk sıraya güreşmek 1. Yağlı güreşte; güreşçiler, başpehlivanlık sanını kazanmak için yarışmak. 2. En üstün dereceyi almak için mücadele yapmak bir şeyi, birini Bir kimseden ya da durumdan, daha yüksek bir yere gelebilmek için bağlanmak Olabilecekleri sezdiği halde uygun biçimde baş çekmek 1. Bir işte ön ayak olmak, bir işin yapılmasında öncü olmak. 2. Halayın başında bulunup oyunu başı beyni şişmek Gürültü, yorgunluk çok rahatsız olmak; kafası ağrımak Bir işi, kararı vb. nedeniyle sorumlu olmak; bu konulardaki olumsuzluklardan etkilenmek, altından çıkmak birinin Kötü bir durum onun tasarım ve girişimiyle meydana gelmek; kafasının altından belada olmak Büyük bir felaketle, sıkıntılı bir durumla karşı karşıya belaya girmek Üzücü, tehlikeli bir durumla boş bırakmak birini bir şeyi Onu denetlemeyip kendi haline boş kalmak Denetim altında bulunmamak, karışanı görüşeni dara düşmek başı daralmak 1. Sıkıntılı bir durum içinde olmak. 2. Paraca darlığa darda kalmak, olmak Sıkıntı içinde olmak.Başı derde girmek düşmek Üzücü, sıkıntı verici bir durumla dertte olmak Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde olmak.Başı dik dimdik, alnı açık Onurlu; onurlu dinç olmak Herhangi bir kaygısı/sorunu olmayan olmamak huzur içinde yaşayan Başı dönmek 1. Dengesini yitirip düşecek gibi olmak. 2. Kötü bir şey karşısında bunalmak, sıkılmak. 3. Görkemli, ilk kez görülen bir şey karşısında şaşırıp kalmak. 4. Ulaştığı zenginlik ya da mevki nedeniyle şımarıkça davranışlarda dumanlı 1. Dağ için Tepesini, doruğunu sis bürümüş. 2. İçkiden sarhoş olan ya da sevgi nedeniyle kendinden geçen kimse; kafası dumanlı. 3. Açık seçik düşünebilecek, karar verebilecek, durum da olmayanBaşı eğik olmak, kalmak Söz söyleyemez, direnemez, mahcup durumda olmak; kafası göğe ermek değmek Beklenmedik bir anda büyük bir mutluluğa kavuşmak; bundan ötürü çok böbürlenmek. Kimi zaman alay yolu kullanılır.Başı hoş olmamak bir şeyle, biriyle 1. Ondan hoşlanmamak. 2. O kimseyle arası bozuk olmak; kafası hoş için birinin Değer verilen kişinin hayatı söz konusu edilerek kullanılan ant ya da yalvarma kabak 1. Saçları dökülmüş. 2. Başında şapka, başörtüsü vb. kalabalık olmak Yanında iş, konuşma vb. nedenlerle birçok kimse kazan gibi olmak 1. Gürültü, vb’den çok rahatsız olmak. 2. Çalışmak vb’den dolayı zihinsel yorgunluk duymak; kafası kazan gibi önünde 1. Terbiyeli, uslu kimse. 2. Utangaç, mahcup kimse.Başı sıkışmak sıkılmak Herhangi bir güçlükle sonu belli değil Çok düzensiz, tutmak Gürültü, fazla konuşma, üzüntü ya da başka bir nedenle başı ağrımaya başlamak; kafası yerine gelmek Kafası dinlenmiş, yorgunluğu gitmiş olmak; kafasın yerine yukarda Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş kimse.Başımla beraber Memnuniyetle, seve seve, hiç rahatsız başınız sağ olsun Bir yakını ölmüş kimseye söylenen teselli bela etmek birini, bir şeyi Onu kendisine sıkıntı verecek bir durumu getirmek; o şeyin kendisini tedirgin edecek duruma gelmesine neden bela kesilmek Bir kimse ya da şey, sıkıntı verecek, dert olacak duruma bela olmak Bir şey ya da kimse sıkıntı verir duruma bela sarmak Birisine bir şeyi musallat etmek, o şeyin onu rahatsız etmesine yol belayı satın almak Rahatsız edici, üzücü olduğu sonradan anlaşılan bir işe kendi isteğiyle girişmiş bir şey bela, hal, İş, kaza vb gelmek Kötü bir duruma düşmek, istenmeyen bir durumla bitmek birinin İstemediği halde yanına gelip bir türlü oradan ayrılmamak, ısrarlı isteklerde buyruk 1. Hiç kimseden izin almak gereğini duymadan, istediği gibi davranan. 2. özgür, bağımsız bir biçimde.Başına çalmak bir şeyi 1. Bir şeyle vurmak. 2. Bir şeyi öfkeyle geri vermek; kafasına çıkarmak birinin Onu çok şımartmak; tepesine çıkmak Birinin hoşgörüsünü, yakınlığını fırsat bilip şımarıkça davranmak; tepesine çorap örmek Birini kötü duruma düşürmek için gizli plan hazırlamak; çorap dikilmek Başucunda durmak, rahatsız etmek; tepesine feleğin tokmağı inmek Bir felakete uğramak Başına iş açmak Zor, zorunlu bir işe kendi isteğiyle kakmak Yaptığı iyiliği, iyilik yaptığı kimsenin yüzüne karşı söyleyerek onu incitmek; kafasına kalmak Bir işin yapılması, bir kimsenin bakımı, ağırlanması onun görevi vur, ağzından lokmasını al Uysal, boyun eğen kimse.Başında olmak bir durum birinin Aynı sıkıntılı durumu yaşamakta olmak bir durum birinin Aynı sıkıntılı durumu yaşamakta paralansın parçalansın Yapılan bir iyilik çok söylendiğinde ya da pek bir işe yaramadığında, o iyiliğin artık istenmediğini belirten söz; kafasında aşağı kaynar su sular dökülmek Üzücü, utandırıcı bir olay, durum karşısında büyük bir sıkıntı duymak; vücudunu sıcak bir ter basmak; kafasından kaynar su atmak defetmek birini bir şeyi 1. Rahatsızlık veren, artık sıkıcı olan bir kimseyle ilişkiye son vermek. 2. Yapılması güç olan ya da çok zaman alacak olan bir işi büyük işlere girişmek kalkışmak Bilgi, beceri ve yetkisini aşan işleri yapmak istemek, bunlara geçmek Söz konusu olayı olayları yaşamış olmak; söz konusu durumla daha önce karşılaşmış savmak bir şeyi, bir kimseyi Onu herhangi bir bahane ile baş alamamak bir şeyden O şeyden kendisini bir türlü başında beklemek Bir kimseyi, şeyi korumak, bir şeyden kaldırmamak kaldıramamak 1. Bir işi yaparken hiç ara vermemek, o işin gidişini bozacak başka bir iş yapmamak; kafasını kaldırmamak. 2. Hasta bir türlü iyileşip ayağa kalkamamak; kafasını ağrıtmak 1. Gereksiz, yersiz sözlerle bunaltmak. 2. Tedirgin etmek, uğraştırmak, can sıkmak; kafasını alıp gitmek kaçmak, savuşmak 1. Hiç kimseye danışma dan, haber de vermeden bulunduğu yerden uzaklaşmak. 2. Fiyat, ücret, faiz vb Gittikçe artmak, belaya derde sokmak salmak Hiç gereği yokken bir kimseyi sorumlu kılan, başını ağrıtan bir duruma boş bırakmak Bir şeyi ya da kimseyi kendi haline bırakmak; denetim altına dinlemek Kalabalıktan, gürültüden uzak, sessiz sakin bir yerde dinlenmek; kafasını döndürmek 1 .Korku, içki, tütün vb Baygınlık vermek, bayılacak duruma getirmek. 2. Çok beğenmek, büyük bir ilgi ezmek Birisini bir daha kötülük yapamayacak duruma getirmek, yok etmek; kafasını gözünü yarmak Bir işi istenildiği gibi yapmamak; o işi kusurlu, eksik bir biçimde yapmak; kafasını gözünü kaşımaya vakti olmamak başını kaşıyacak durumda olmamak İşleri çok ve sıkışık durumda olmak; kafasını kaşımaya vakti şişirmek Çok konuşmak ya da gürültü vb. ederek başının ağrımasına yol açmak; kafasını taşa taştan taşa vurmak Bir fırsatı kaçırınca ya da başarısızlığa uğrayınca çok üzülmek, kafasının taştan taşa yakmak birinin Onu tehlikeli bir duruma sokmak, zarar yemek birinin 1. Bir kimsenin tehlikeli, güç bir duruma düşmesine yol açmak. 2. Öldürmek, ölümüne yol altından çıkmak bir şey, birinin Kötü bir şey birinin, kurnazca hazırladığı bir plana göre yapılmak; kafasının altından çaresine bakmak İçinde bulunduğu güç durumdan kendi olanaklarıyla kurtuluş yolu derdi Çok rahatsızlık veren, eziyet eden; baş etini yemek Birisinden ısrarla, bıkkınlık verecek ölçüde bir şeyler istemek; kafasının etini geçmek 1. Önündekini geçmek. 2. Ona uğramamak. 3. Ona önem gitmek Bir yerden çabucak ayrılmak, çıkmak birinden, bir şeyden Ondan üstün olmak, onu geride yapmak 1. Bir kimseyi suçüstü yakalamak İçin bulunduğu yere ansızın girmek. 2. Düşmana beklemediği bir anda saldırı düzenlemek. 3. Haber vermeden konuk gitmek, ziyarete uğramak 1. Düşmanın ani ve beklenmedik saldırısına uğramak. 2. Suçüstü yakalanmak. 3. Bir doğa afetinden büyük ölçüde gelmek En ön sırada olmak, üstün durumda bulunmak; önde gitmek En ileri, en üstün, durumda aşağı Baştan ayağa Başından sonuna kadar; bütünüyle; tepeden başa Bütünüyle, her yönüyle, iyice, bir uçtan öbür uca çıkarmak birini Onu etkileyerek kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak; çıkmak Yasa dışı, ahlak dışı yollara sapmak;, kotu insan savma iş Özen göstermeden, gelişigüzel bir biçimde yapılan iş.Bastığı yerde ot bitmemek Gittiği yere uğursuzluk götürmek; çok şanssız yeri bilmemek Sevinç, heyecan, vb. etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını yutmuş gibi yürümek Sallanmadan, dimdik yürümek.Batta olmak birine Birisinden ısrarla, bıkkınlık verdirecek ölçüde bir şeyler istemek; ona bağlamak birine, bir şeye Ona güvenmek, vermek 1. Duvar için Ortası kamburlaşmak. 2. Tavan için Aşağı doğru aramak Kavga sebebi aramak Kendisi için tehlikeli bir durum bulmak Yaptığı kötülüklerin karşılığını bulmak, cezasını çatmak Tedirgin edici bir durumla ya da kavgacı biriyle almak İki yıl aynı sınıfta üst üste kalan öğrenci, okuldan bükülmek Yaşlılık nedeniyle bir iş yapamaz duruma bükmek bir şey, bir kimse birinin O, söz konusu kimsenin çaresizlik içinde kıvranmasına yol doğrultmak İşlerini düzene koymak Kars. İşi yoluna koymak.Belini kırmak 1. Fena halde dövmek. 2. Hırpalamak, bir şey yapamaz duruma getirmek. 3. Bir işin en güç kısmını yapıp bitirmek, kolaylaştırmakBelli başlı 1. En önemli, başlıca. 2. derim bayram haftası, o anlar mangal tahtası "Benim söylediklerimden bambaşka şeyler anlıyor, anlamlar çıkarıyor." sarhoş,yolcu sarhoş Herkesin garip bir tutum içinde bulunduğunu anlatmak için kullanılır. Bende sende, onda o göz var mı? Bunlara inanacak kadar saf mıyım? saf mısın? , saf mı?.” günah gitti Benden söylemesi “Ben görevimi yaptım, gerekeni söyledim; bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem.” uzak olsun da, Mısır’a sultan olsun “Söz konusu kimse, nerede, hangi mevkide olursa olsun, yeter ki benden uzakta bulunsun.” diyen Kendine çok güvenen insan.Benim oğlum bina olur, döner döner yine okur Hiçbir sonuca varmadan aynı şeyleri yineleyip duran kimse için alay yollu atmak uçmak Korkudan ya da heyecandan yüzü sararmak; beti benzi kül gibi olmak Korkudan yüzünden kan çekilmek, yüzü sapsarı kan gelmek İyileşmek, kalmak Bir oyunda her iki tarafın da aldığı sayılar eşit olmak, versin bereket ki, bereket versin ki 1. “Tanrıya şükür ki.” anlamında yaşanılan kötü bir durum için söylenir. -2. “Tanrı size bol para versin.” anlamında iyi dilek aşağı beş yukarı Yaklaşık olarak; üç aşağı beş kardeş yemek Tokat yemek.Beş para etmez “Hiçbir değeri yoktur.” paralık etmek birini Ayıplarını söyleyip onu küçük paralık olmak Ayıpları ortaya döküldüğü için küçük parasız Yoksul, kertme nişanlı beşik kertiği Daha beşikte iken ailesi tarafın dan kol Düşmanla iş birliği yaparak ülkeyi içten çökertmeye çalışan büyüttük danayı, şimdi tanımaz oldu anayı “0 kimseyi biz yetiştirdik, bu hale getirdik, şimdi yüzümüze bile bakmıyor.” simit gibi kurulmak Önemli bir kişiymiş gibi kasılarak bet bakmak Kötü bir şey yapacakmış gibi beteri En kötü sanılandan daha kötü olan şey için benzi kalmamak atmak, uçmak, kireç kesilmek Korku, üzüntü vb. nedeniyle yüzünden kan çekilmek; benzi bereketi olmamak kaçmak 1. Yiyecek çabuk tükenir olmak. -2. Paranın satın alma gücü devesi danası gibi yan gelip geviş getirmek Hiçbir işe el sürmeden keyfince yiyip içmek, gibi yaşamak Bolluk içinde yere Boş yere, gereği yokken, boşu boşuna; yok göçü Özellikle az gelişmiş bir ülkenin yetişmiş, nitelikli bilim adamlarının çalışmak üzere gelişmiş ülkelere gitmesi yıkamak Çeşitli yöntemler uygulayarak birisini belirli bir düşünceyi benimsemeye yormak Bir konu üzerinde çok düşünmek; kafa söz Herkesçe kullanılan, basmakalıp atmak Çok kızmak; tepesi bulanmak uyuşmak Sersemlemek, sağlıklı düşünemez duruma vurulmuşa dönmek Kötü bir haber alıp, hiçbir şey düşünmeyecek duruma gelmek birine bir şeyden O şeyden yorulmak, bıkmak, kaftan Bir işe, kimseye en uygun , en elverişli şaşmamak Hiçbir şeyden etkilenmeyip, doğru saydığı davranışını sürdürmek. Kars. Gürültüye pabuç bırakmamak.Bildiğini okumak yapmak Başkalarının sözüne kulak asmadan istediği gibi bile Bilerek, isteyerek; kasıtlı olarak, bile lades Aldandığını bildiği halele hiç itiraz etmeme, bunu kabul etmiş güvenmek Kendi gücün, bilgisine, yeteneğine güvenmek,Bileğinin hakkıyla Kendi çalışması ve varmak bir şeyin O şeyi iyice anlamak, kavramak; gerçekliğini bilmez Yarım yamalak bilerek; eksik bilgi bilmemezlikten gelmek Bilmiyor bilmediğin bu boku, git mektebinde oku “Mademki bu şeyi bilmiyorsun, niçin uğraşıp duruyorsun? Bari öğren, sonra gel, uğraş.” dereden su getirmek Birini kandırmak için bir yığın gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk dereden su kat Başka şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde pişman olmak Yaptığı şeyden çok pişman tarakta bezi olmak Çok şeyle yaşa Çok yaşa bir Çok seyrek olarak; dalı kesmek Yarar sağladığı bir şeyi ortadan kaldırmak, kendisi için zararlı duruma aşmak Çok fazla bir paraya Pek çok, yarısı beş yüz o da bizde yok “Tasalanmana gerek yok.” anlamında avutma yarısı beş yüz o da ben de yok Düşünceli kimseleri avutmak için teselli mahiyetinde abam var atarım nerede olsa yatarım “Yalnız yaşayan bir kimseyim, basit bir yaşama tarzım vardır, her yerde kalabilirim.” ağızdan Hep birlikte, âlem Kendine özgü şaşırtıcı nitelikleri olanBir an önce evvel Olabildiğince ara aralık 1. Bir süreç içindeki kısa bir süre; 2. Eskiden, eski bir araba laf Bir yığın gereksiz, yersiz araya gelmek Toplanmak; araya getirmek 1. Derlemek, toplamak. 2. arpa boyu yol gitmek Önemsiz denecek kadar az ilerleme aşağı bir yukarı dolaşmak, yürümek Amaçsızca, bir yerde oradan oraya dolaşmak, yürümek vb.Bir atımlık atım borutu olmak kalmak Bir konuda yapabileceği pek az şey kalmak; gücü, olanakları tükenmeye avuç toprak olmak ÖlmekBir ayağı çukurda olmak Çok yaşlanmış olmak; ölüme epeyce yakın olmak.Bir bakıma Değişik bir görüşe göre, başka bir yönden baltaya sap olmak Belirli bir iş tutmak, bir meslek sahibi bardak suda fırtına koparmak Önemsiz denecek kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu başına Yalnız olarak, yanında hiç kimse baştan uçtan bir başa uca Bir yerin bir sınırından öbür sınırına ben bilirim, bir de Allah “Çektiğim sıkıntı ve üzüntüleri ben ve Allah’tan başka kimse bilmez.” bildiği olmak Kendine göre bir düşüncesi bir Teker teker, ayrı bu eksikti “Dertler, sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu çıktı.” çift söz Birkaç çuval inciri berbat / murdar etmek Yolunda giden bir işi, yanlış bir hareketle ya da sözle dediği bir dediğini tutmamak Söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız dediği iki olmamak edilmemek Her isteği yerine dediğini söylediğini iki etmemek ikiletmemek Onun her istediğini yerine dereceye kadar Makul bir ölçüye kadar, belli bir noktaya kadar; deri bir kemik kalmak Vücutça çok zayıf düşmek, zayıflamış olmak.Bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğnemek Faydası az zahmeti çok bir işle dizi Birçok, bir dokun bin ah işit / dinle “İnsanların dertlerini biraz deşmeye gör; hemen her türlü şikâyetlerini dile getirirler.” dostluk kaldı Satıcıların malları azaldığı zaman kullandıkları özendirme eli yağda bir eli balda olmak Zenginlik, bolluk içinde olmak.Bir elin beş parmağı gibi Birbirinden hiç ayrılmayan; aralarında her hangi bir ayırım gözetilmeyen kimseler. Bir günden bir güne Hiçbir güzel Çok iyi, iyice, güzel bir hal olmak 1. Bir şeyi çok yapmaktan usanmak, bıkmak; fenalık gelmek. 2. Davranışlar, huyu değişmek. 3. Bir kazaya uğramak, hayli Oldukça çok, hiç uğruna Amaçsızca, boşu hoş 1. Tatlı bir hoşluk içinde olan. 2. Garip, yadırgatıcı, içim su Çok güzel kadın, kız.Bir iğne bir iplik kalmak Bir üzüntü, hastalık vb. nedeniyle çok iki demeden derken Karşısındakine vakit bırakmadan, hiçbir şekilde kalemde Toptan, bir kapıya çıkmak Hepsi aynı sonuca varmak, aynı anlama gelmek; aynı kapıya kaşık suda boğmak birini Bir kimseye çok kızmak; kin kenara bırakmak bir şeyi Orta Önem vermemek, onu dikkate kenara çekilmek İlgisini kesmek; sorumluluk kere Aslında, kıyamettir gitmek kopmak Çok fazla gürültü, patırtı, telaş kofluğa iki karpuz sığdırmak Aynı zaman içinde iki işi birden yapar durumda kol çengi Esprili söz ve davranışlarıyla çevresine neşe saçan kimseler için köroğlu bir ayvaz Kan kocanın çocuklarının olmadığını, yalnız yaşadıklarını belirtmek için köşeye ayırmak atmak, koymak bir şeyi Bir şeyi gerektiğin de kullanmak üzere bir yere koymak, biriktirmek, köşeye çekilmek Etkin görevi kulağından girip öteki öbür bir kulağından çıkmak Söylenilenlere önem vermemek, hiç uymamak, onları dikkate lokma bir hırka Azla yetinmeyi, dervişçe yaşamayı anlatan haya paralık etmek birini Onu utanılacak bir duruma düşürmek, rezil etmek; beş on paralık paralık olmak Değersiz, onursuz, kötü duruma gelmek; beş on paralık pire için yorgan yakmak Küçük bir zarardan kurtulmak için çok büyük bir zararı göze punduna getirmek Bir iş için en uygun durum ve zamanı yoklamak; punduna saati bir saatine uymamak Tutum ve davranışları sürekli değişmek, tutarsız olmak; saati saatine şeyciği kalmamak İyileşmek, iyi şeye benzememek İşe yarar, beğenilir ve istenir durumda şeyler şey olmak 1. Huy ve davranışları değişmek. 2. Fenalık gelmek, bayılacak gibi olmak. 3. Herhangi bir kötü durum başından sıkımlık canı olmak Bir sıkımlık canı olmak Kısa boylu, cılız ve güçsüz sürü Çok sayıda, pek çok, tahtası eksik Pek akıllı olmayan, delice İşler yapan kimse; tahtası taşla iki kuş vurmak Bir davranışla, yararlı iki sonuç elde temiz Adamakıllı, iyice, tuhaf olmak Üzülmek, yadırgamak, ne yapacağını tuhaf Garip, alışılmadık, yadırgatıcı biçimde.Bir tuhaflığı olmak Kendini iyi hissetmemek, rahatsızlığı olduğunu türlü 1. Ne yapıp yapıp; hiçbir biçimde. 2. Yinelemeli biçimde Bir eylemin yapılması ile yapılmamasının aynı derecede tedirginlik verici olduğunu belirtir. 3. Bir başka tutmak görmek Aynı derecede görmek, farksız olduğunu kabul etmek, eşit vakitler bir vakit Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda; bir yaşına daha girmek Şaşılacak yepyeni bir durumla yastığa baş koymak Bir erkek bir kadın Evli olmak, hayatını evli olarak yerde Belli bir aşamada, belli bir noktada, bir yığın Birçok, pek çok, çok yolunu bulmak Amaca ulaştıracak çareyi, fırsatı, imkânı zamanlar zaman Vaktiyle, eskiden, geçmiş düşmek Aralarında anlaşmazlık girmek 1. Kavga etmek. 2. Heyecanla oraya buraya yemek Sürekli kavga etmek, anlaşmazlık içinde gözünü oymak Aralarındaki geçimsizlik nedeniyle kavga beş, on, yüz… vermek Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için Toprak atılan tohumun belli bir katı kadar ürün bir gelmek İlaç için Kesin ve etkili olmak.Biri, bir şey bir yana, dünya bir yana Bir kimseye ya da şeye aşırı ölçüde değer verildiği zaman düşmek Çok yorulmak ; halsiz kemiğe dayanmak Sıkıntı, zahmet, artık dayanılamayacak bir duruma sırtı 1. Çok az fark, zaman, -2. Çok yakın aralık.Bıkkınlık gelmek birine Ondan bıkmak, usanmak, vermek bir şey birine Bir şeyi tekrarlaya tekrarIaya karşısındakini bıyıkları terlemek Bıyığı yeni çıkmaya altında gülmek Birinin içinde bulunduğu duruma alay ederek, belli etmeden bırakmak Bıyıklarını kesmeyip balta kesmez olmak Güçlü olmak,kimseden etmek bir şeyi Onu birdenbire ters çevirip içindekileri boğaza gelmek Kavga etmek; gırtlak gırtlağa kavgası Geçimini sağlamak için tokluğuna çalışmak Sadece karnını doyurma karşılığında çalışmak.Boğaz tokluğuna çalışmak Sadece karnını doyurma karşılığında çalışmak.Boğazı kurumak Çok konuştuğu için su içmek gereksinmesini duymak; damağı basmak Birini bir işi yapması için zorlamak; gırtlağına dizilmek boğazından geçmemek İştahsızlık vb. nedenlerle yemeğin tadına düğümlenmek ; Heyecan, korku, vb. yüzünden söyleyeceklerini düşkün Yemeği ve içmeyi çok seven kimse; gırtlağına kadar borca girmek Çok borçlanmak ; gırtlağına kadar borca sarılmak Kavgaya girişmek, peşini bırakmamak; gırtlağına kesmek Para arttırmak için yiyeceğinden kısıntı yapmak; gırtlağından gelmek Aldatılmak, getirmek Şaşırtma yoluyla birisine yüksek fiyatla mal satmak ya da düşünmesine fırsat vermeden bir şeyi kabul koltuğuna vermek Kovmak, defetmek, işine son keseden atmak Yerine getirilmesi güç vaatler keseden Ölçüsüz etmek birini Bir kimseye ağır sözler bilmek bir şeyi Bir şeyi yapmayı, kendisi için zorunlu bir görev olarak kabul bini aşmak borç gırtlağa çıkmak Borç, ödemesi güç bir duruma harç Borçlanarak, borca girerek. Borca batmak Borcu çok olmak. Borca girmek, harçsız Hiç borca mu bu? boru değil “Küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil.” ötmek Nüfuzu olmak, sözü dinlenmek, sözü çalmak birinin Çıkar sağlanan kimsenin hoşuna gidecek, düşüncelerine uygun düşecek davranışlarda atıp dolu tutmak vurmak 1. Umutsuz gibi görünen bir işten olumlu sonuç almak. 2. Doğruluğuna inanmadan söylenilen sözün doğru bulunmak Dikkatsiz ve dalgın bir durumda çıkmak Umut edilen şey Gerçekleşememek; boşa gezenin boş kalfası İşsiz güçsüz dolaşan kimse için vermek bir şeye, birine Ona önem vermemek, yere Boşuna, gereksiz yere; boşu çıkmak Gerçekleşememek, sonuç vermemek; boş gitmek Hiçbir işe yaramadan yok olmak; havaya koysam dolmaz, doluya koysam almaz Hiç bir çözüm yolu bulamıyorum.” İlgisiz davranmak,ilgiyi kalmak boşta gezmek; İşsiz güçsüz korkuluğu Görevini yapmayan, etrafına sözünü geçiremeyen boşuna Hiç gereği yokken, hiçbir kazanç sağlamadan; boş atmak boya çekmek Çocuk, için Boyu uzamak, bos pos İnsanın boy açısından göstermek Gösteriş olsun diye ortalıkta ölçüşmek biriyle bir şeyle Yeterliğini,, üstünlüğünü göstermek için onunla vermek 1. İnsan İçin Suyun derinliğini boyu ile ölçmek. 2. Bitki için Gelişmek, küpü değil ki hemen daldırıp çıkarasın “Bu iş o kadar kolay ve çabuk yapılamaz, belli bir emek ve zamana ihtiyacı vardır.” can kurban "Benzerlerine oranla daha iyi, daha güzel olanlar için her türlü fedakârlığa katlanır." boslu poslu Boyu uzun, gösterişti; yakışıklı kimse.Boylu boyunca Bütün boyu ile, boyu bükük 1. Acınacak, zavallı kimse için söylenir. 2. Acınacak, yardım bekler bir eğri Bir kimsenin İstediğini yerine getirmek durumunda olan, bu isteği borç kıldan ince “Haksız olduğum anlaşılırsa, verilecek her ceza ya boyun eğeceğim.” borcu Bir kişinin yapmak zorunda olduğu isterken kulaktan olmak Daha iyi bir şey elde etmek isterken elindekini de boyu boşu devrilsin “Ölsün.” anlamında boyuna, huyu huyuna uymak Birbiriyle denk, uyumlu eğmek Güçlü birinin isteğini zorla ya da istemeyerek kabul büyük işlere karışmak Başaramayacağı işlere aftına girmek Başkasının başka bir devletin baskı ve buyruğu altında ölçüsünü almak Biri tarafından ağzının payı ölçüsünü olmak Giriştiği bir işte başarısızlığa uğrayıp beceriksizliğini ya da yetersizliğini uğramak bozgun vermek, bozgun yemek Bir karşılaşmada, savaşta yenilip perişan bir duruma çalmak Sinirli, canı sıkkın olduğunu davranışlarıyla para gibi harcamak birini Bir kimsenin değerini sıfıra indirmek, onu başkalarının yanında küçük olmak Utanacak duruma vermemek Olup bitenleri anlamamış, görmemiş, söylenenleri duymamış gibi davranmak, durumu İdare abdestle çok namaz kılınır “Küçümsenen bu tutumla, inanışla ya da araçla işler daha çok yürütülür.” gidişle Bu biçimle, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu “Sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor.” yakınlarda Oldukça yakın bir zamanda, bir bucak aramak birini Onu her yerde bucak kaçmak saklanmak birinden, bir şeyden Onunla karşılaşmaktan yarın Bir iki gün tezi yok Hemen şimdi, ilk bugün Bugünkü ölçülere, değerlendirmelere yarınlık Pek yakında olması beklenen şeyler için suda balık avlamak Karışıklıktan yararlanıp menfaatini suda balık avlamak Karışık bir durumdan yararlanıp çıkar sağlamaya vermek bir şey birine O şey onu kusacak duruma getirmek, midesini gibi konuşmak okumak Kolaylıkla konuşmak okumak.Bülbül gibi söylemek bir şeyi Hiçbir şeyi saklamadan, her şeyi bunamak Bulduğuna şükretmemek, daha çoğunu olmak Eline geçen bir şeyden ötürü fazlaca Hint Bursa kumaşı mı? “Az bulunur, çok değerli bir şey ya da kimse değil ya!” anlamında alay yollu buluşturmak Ne yapıp yapıp bulmak, büyük bir çaba sonucu gibi 1. Sinek vb için Yoğun. 2. Aşırı ölçüde sarhoş.Buluttan nem kapmak En küçük bir şeyden bile alınmak, çok alıngan böyle Bundan iyisi can sağlığı “Bundan daha iyisi olamaz.” birlikte beraber 1. Buna bağlı olarak. 2. Şu da var ki, bile kanamamak Büyük bir kazayı herhangi bir yara bere almadan büyümek Kendini büyük biri olarak görmeye başlamak; başkalarını havada burnu büyük, burnu Kaf dağında Kibirli, herkese yukarıdan bakan kimse için kokuyu iyi almak Her şeyi önceden sürtülmek Zorunlu, yorucu olaylar yaşamak, bunlardan ders yere düşse almaz Kendini beğenmiş, kibirli kimse için tütmek bir şey, yer, kimse Onu çok özlemek, istemek, aramak; gözünde fitil fitil gelmek Elde ettiği güzel bir şey, sonradan olan tatsızlıklar nedeniyle kendisine zehir olmak; ağzından burnundan getirmek Birini bir şeyi yaptığına yapacağına pişman etmek; ağzından burnundan kıl aldırmamak Kendisine hiçbir söz söyletmemek, huysuz ve gururlu olmak, eleştiriye tahammülü solumak Çok öfkelenmek, kırmak Kibirli bir kimseyi güç duruma sokup, artık büyüklenemez duruma sokmak bir şeye Kendisini ilgilendirmeyen işe dikine doğrusuna gitmek Başkalarının öğütlerine kulak asmayıp kendi bildiği gibi direği kırılmak Pis koku yüzünden rahatsız direği sızlamak Çok ucunu görmemek Sarhoşluk, dalgınlık nedeniyle basacağı yeri buruna gelmek biriyle, bir şeyle Onunla beklenmedik bir anda karşılaşmakBurun kıvırmak bir şeye Onu beğenmemek, bütüne Büsbütün, tamamıyla, laf, söz söylemek Yapıp yapamayacağı belli olmayan bir iş konusunda kesin konuşarak görmek birini, kendini Birini ya da kendini yüceltmek, olduğundan üstün oynamak 1. Büyük para ile kumar oynamak. 2. Bir işe risklerini, zararlarını göze alarak göstermek de küçülmüş Konuşmaları, davranışları büyüklere benzeyen çocuk için etmek birini Konuğu “buyurun” diyerek içeri almak ya da sofraya cenaze namazına “Bir terslik oldu, artık yapılacak bir şey yok.” kesilmek Üzücü bir olay karşısında donup kesmek 1. Çok üşümek. 2. Hava çok üstüne yazı yazmak Süresi ve etkisi pek az olan bir iş yapmak, sözleri etkisiz koymak bir şeyi Bir sorunun çözümünü ileriki bir tarihe bırakmak. Karş. Askıya almak.Çaba göstermek Bir işi başarmak için uğraşmak, kuvvet harcamak. Çabalama kaptan ben gidemem Boşuna çabalama Kavgacı,şirret. Cadı kazanı gibi Fesadın ve dedikodunun çok olduğu, herkesin birbirine düştüğü, türlü düşmanlıkların kaynaştığı, hile ve düzenlerin kurulduğu yer. Cafer ağanın abdest suyu Tatsız, tuzsuz. Çağ açmak Yeni bir gidişin, tutumun öncüsü olmak; evrensel bir gidişe yol açmak. Caka satmak Çalım satmak, gösteriş yapmak Gösteriş almaz İşe yarar gibi görünse de aslında yararsız, bozuk gibi Canlı ve atik, Gelişigüzel, durmadan satmak caka satmak Büyüklük taslamak, kurularak geçilmemek Çok kibirli, kurumlu olmak; büyüklük taslamak, gösteriş yapmak. Çalıp çırpmak Eline ne geçerse az ve çok çalmak, bu yolla kazanç sağlamak. Çam devirmek Farkında olmadan karşısındakini kıracak ya da kötü bir sonuca yol açacak söz söylemek, davranışta bulunmak. Çam yarması İri gövdeli cumbul Pek sulu, suyu bol yemek için. Can alıcı yer nokta Bir şeyin en önemli, en çarpıcı yeri. Can baş üstüne İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını borcunu ödemek Ölmek. Çan çan etmek Gerekli gereksiz sürekli konuşmak, yüksek sesle devamlı gevezelik çekişmek Ölmek üzere bulunmak. Can damarı Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç. Can damarına basmak Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa dayanmamak Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek. Can düşmanı Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost evi 1. Yürek. 2. En duyarlı evinden vurmak En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkânı kalmayacak şekilde vurmak. Can havli ile Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle bir eylem yapmak.Can kalmamak Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma kaygısına düşmekHer şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında kulağıyla dinlemek Kendini vererek, büyük bir dikkatle pazarı Herkesin kendi canının kaygusuna düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, sağlığı Esenlik, kişinin sağlıklı sıkıntısı Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkânı bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen vermek1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek. 3. Bir şeyi çok ister olmak. Can yakmak 1. Üzmek, acı vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana yoldaşı Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse. Cana can katmak İnsanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü işlemek Çok tesir minnet bilmek İhtiyacı olduğu hâlde arayıp da bulamadığı şeylerden yakın Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan. Çanak tutmak açmak 1. Söz ve davranışlarıyla kavgaya, kargaşaya yol açmak. 2. yalayıcı Dalkavuk, çıkarı için dalkavukluk eden. Candan yanmış Adamakıllıı gönlü çekmek Bir şeyi istemek, istek duymak, çok burnuna gelmek Bir işte çok eziyet ve sıkıntı burnuna gelmek Bir şey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak. Canı çıkmak 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok gitmekÖnem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak. Canı tatlı Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya tez Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan, yanmak 1. Fizikî bir acı duymak. 2. Bir işte zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak. Canın sağ olsun Bir ziyan için söylenen teselli değmek 1. Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu şad kıymak 1. İntihar etmek, kendini öldürmek. 2. Acımadan öldürmek. 3. Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş okumak 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. İyi bir şeyi kötü hâle getirmek, heder etmek, ot tıkamak Bir daha sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma tak demek Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek. Canına yandığım yandığımınKimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır. Canına yetmek Bezmek, bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek. Canından bezmek Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek. Canını bağışlamak Öldürebileceği bir kişiyi öldürmekten dişine takmak Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya şeytana satmak Kötü işlerle sokakta bulmak Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması gerektiğini anlatmak için kullanılır. Canını vermek 1. Hiçbir şey esirgememek. 2. Bir şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak. 3. Bir şeye aşırı ölçüde düşkün olmak. Canını yakmak 1. Fizikî acı vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak; üzmek, içine sokacağı gelmek "Birine karşı büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak. Canla başla Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak. Canlı cenaze Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse. Canlı yayın Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını. Çantada torbada keklik "Ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmiş sayılır" anlamında kullanılır. Çaptan düşmek Önceleri iyi olan durumu sonradan bozulmuş olmak; çalışma gücü, verimi tükenmiş olmak. Çar çur etmek Gereksiz, lüzumsuz yere harcayıp erkânıharp Daha ziyade öğrenimi olmayan ama kafası çalışan, kurnaz ve uyanık köylüler için şaka yollu etmek Dönmek, geri dönmek. Çarkına okumak Bozmak, çalışamaz hâle getirmek, zarar vermek; birine büyük kötülük gibi Dalgasız, dümdüz ve durgun. Çarşamba pazarı Her şeyi açıkta olan, karmakarışık yer. Cart curt etmek Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla abartılı konuşmak. Cart kaba kâğıt Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere karşı söylenen küçümseme kapı Aniden, beklenmedik bir pat 1. Ara sıra. 2. Yarım yamalak, biraz. 3. Vakitli vakitsiz, uygunsuz görmeden paçaları sıvamak Ham hayaller kurmak; henüz zamanı gelmediği hâlde yapılacak bir iş, meydana gelebilecek bir olay için hazırlıklara girişmek. Cebi delik Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen. Cebini doldurmak Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak. Ceddine okumak Soyuna kalem etmek Hemen hüküm azabı 1. Çok büyük sıkıntı, eziyet. 2. İman etmeyenlerin, kâfirlerin, günahkârların cehennemde çekecekleri olmak Defolup uzatmak Küsmek,somurtmak. Çehre züğürdü Çirkin, suratsız, yüzü yakışıksız. Çehresi atmak Rengi arabanı Defol olmak Çok acı çekeceği, sıkıntıya gireceği bir iş ya da durumla karşılaşacağı sezilir vermek Karışıklığı, dağınıklığı, başıbozukluğu çevirmek Yönetmek, düzene sokmak, hâle yola koymak, çalışmasını gitmek Savuşmak, bırakıp gitmek, kimseye danışmadan yetişme Bir işi küçük yaştan, çıraklıktan başlayarak öğrenme ve o işte çekişe pazarlık etmek Bir malı ucuza almak, ya da pahalıya satmak için titizce uzun süre yapılan pazarlık. Çelme takmak1. Ayağını bacağına geçirerek yıkmaya çalışmak. 2. Bir işin gelişmesini engellemek veya bir kimsenin iyi yürüyen işini bozmak. Cemaziyülevvelini bilmek Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu sokmak Çok sıkıştırmak, manevî baskı altına çalmak Gevezelik ederek, çok konuşarak vakit yarıştırmak Karşılıklı gevezelik etmek, boş düşükGeveze, çok konuşan, gereksiz şeyler kuvvetli Söylemekten yorulmayan, söylediği sözlerle kendisini dinletmesini almak Düşmanca hal bakmak Lezzetine tutmak Hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çekmek. Çetin ceviz 1. Kırılması zor, kabuğu sert ceviz cinsi. 2. Yola getirilmesi, yenilmesi zor rakip; başarılması güç yapıştırmak Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap kaz kazı yanmasın Karşısındakini kıracak bir söz söylediğini fark edip de çevirmeye kalkışanlara şaka yollu kazı yanmasın Sözünü çeviren kimseler için burnunda Çok taze, yeni kumrular Birbirini çok seven ve birbirinden ayrılmayan süt emmiş olmak Soysuz ve namussuz süt etmiş olmakSoysuz ve namussuz yemedim ki karnım ağrısın "Herhangi bir suç işlemedim ki korku duyayım, işi eksik yapmadım ki olumsuz sonuçtan kaygılanayım" anlamında beş para etmemek Değersiz, kendisine güvenilmez, korkak, aşağılık bir kimse olmak.Ciğeri beş para etmez Değersiz köşesi1. Çok sevdiğim. 2. Sevgili evlâdım. Ciğerini okumak Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri sökmek Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana etmek İnsana yakışmayan; olgunluğa, yaşa uygun düşmeyen yersiz ve kaba davranışlarda alem bilmek Herkes tarafından yavrusu gibi dağılmak Toplu hâlde bulunan insanların her biri, herhangi bir sebeple bir yana çekmek Üzüntü, eziyet, acı ve sıkıntı içinde çıkarmak 1. Sıkıntılı bir işin veya durumun sona ermesini beklemek. 2. Tasavvufta bir müridin belli bir eğitim safhasından çıkmak Hiddetlenerek sabrın çarpmışa dönmek Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü duruma fikirli Çok zeki ,açıkgöz Cin fikirli Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok cirit top oynamak Bir yerin ıssız, ürküntü verir olduğunu anlatmak için başına toplamak Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek. Çirkefe taş atmak Edepsiz, geçimsiz, kaba saba kimsenin tepkisine yol açacak davranışlarda kesmek Çok üşümek, yukarı çıkmak Haddini yukarı çıkmak Bilmediği, aklının kesmediği, yetkisinin dışında bir işe kalkışmak; haddini başı 1. Çıbanın patlamak üzere olan tepe noktası. 2. Kötü sonuçların, uygunsuzlukların ana çıkmak Çok hırpalanmak .Çıfıt çarşısı Türlü kötülüklerin, hile ve düzenlerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer. Çığır açmak Bir alanda yeni bir yol açmak; yeni bir tutum, izlenecek yöntem çıkmak Yoldan sapmak, doğru ve uygun gidişten ayrılmak, artık düzelemez hâle yol Çare, en tutarlı çözüm yapmak Bir tartışma esnasında etkili söz ve sert davranışlarla düşüncelerini belirtmek. Çıkmaz ayın son çarşambası Belirsiz ve uzak zaman .Çıkmaza girmek Çözümlenemeyecek, içinden çıkılamayacak bir duruma çıkarmak Gürültü patırtı, karışıklık ve kavga çıkarmamak Çok sessiz olmak, hiç ses çıkarmamak, gürültü kulübesinde padişah rüyası görmek Durumuna uygun düşmeyen büyük ve olmayacak hayallere kapılmak .Çocuk oyuncağı hâline getirmekBir işi sık sık değiştirip verilmesi gereken önemde ele almamak, küçümsenir duruma getirip değerinden oyuncağıÖnem verilecek değerde olmayan, kolay iş. Çoğu gitti azı kaldı İşin en güç, en önemli, en büyük kısmı bitti, kalanı önemsizdir. Çok görmek 1. Esirgemek, bir kimseyi o şeye değer bulmamak. 2. Bir kimsenin yaptığını, davranışını çocuğa karışmak Evlenip, çocukları dünyaya gelip, onlarla uğraşır çocuk elinde kalmak Genç, tecrübesiz, çocuk denecek kişilerin yönetimi altında yaşar durumda hesabı Baştan savma hesabı Güvenilmez, yanlış çatmak Kısmet söküğü gibi gitmek Başlayan bir işin birbirine bağlı diğer bölümlerinin kolaylıkla tuzu bulunmak Emeği geçmiş tuzu bulunmak Yapılan bir iş ya da hizmette az da olsa çabası, emeği dalmak Ani olarak girmek,dalmak. Cümbür cemaat Topluca, hep kapısı Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş koparmak Gürültüyle çevreyi çevirmek döndürmek Bir yeri kargaşa, şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hâle kalkmak Kavga ve gürültü çıkarmaya etmekAtaklık etmek, yüreklilikle meşhut hâlinde yakalamak Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte çıkmak 1. İşe yaramaz olduğu, sağlam olmadığı anlaşılarak bir yana atılmak. 2. Sağlığı el vermediği için askerlik görevine tahtaya basmak Umduunu bulamamak , tahtaya basmakTedbirsiz hareket edip, kötü sonuçlanacak bir işe gibi Kaba ve seyrek, bol ve devirmek Çok zor görünen işleri başarmak. Dağ doğura doğura fare doğurdu Önemli gibi görünen şeylerden önemsiz bir sonuç çıkması durumunda çıkmak Eşkıya kaldırmakHerhangi bir sebepten ötürü birini zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada atmak Yeni bilgilerini, eski bilgilerine katmak; yeni bilgileri zihnine bir şey kalmamak Her şeyi gelip bağdakini kovmak Daha sonradan geldiği bir yere ya da karıştığı bir işte eskiden beri bulunan bir kişinin yerini almaya düşmek Sıkıntı, üzüntü sebebiyle insanlardan kaçıp ıssız yerlerde yaşar budak salmak 1. Karmaşık biçimde yayılıp genişlemek. 2. Soy ya da dostluk yönünden genişleyip Oyun, hileli iş. Dalavere çevirmek Yalan, dolan ve hile ile kötü bir iş yapmak; düzen kurarak gizlice başkasını dala konmak Çok sık, düşünce ya da konu basmak Hiç hoşlanmadığı şeyleri yaparak birisini budaklanmak Genişleyip yayılmak, gittikçe büyüyerek karışık bir durum üstünde saksağan, vur beline kazmayı Yersiz ve saçma söz için düşer gibi Aniden, yersiz olarak söz vurmak Biri hakkında kötü bir yargıya kılıcı Kişiyi korku ve baskı altında tutan büyük ceza kuyruğu kopmak Olay patlak vermek, beklenen ve korkulan sonucun dövüş Şike; önceden aralarında bir anlaşma olduğu hâlde, sanki böyle bir anlaşma yokmuş gibi davranarak başkalarını boğaz Sıkıntılar ve güçlükler içinde geçirilen, geçici kabul edilip sonunda ferahlık umulan gelirli Geçim sıkıntısı çeken, kazancı normal olarak geçimini sağlamaya kafalı Anlayışı, kavrayışı az; yeniliklere açık düşmek 1. Paraca sıkıntıya uğramak. 2. Sıkıntılı, tehlikeli bir durumla getirmek Aceleye getirmek, gerektiği gibi zaman kalmak 1. Zor duruma düşmek. 2. Paraca sıkıntı dostlar başına "Kavuştuğum başarı ve mutluluğa tüm dostlarımın da kavuşmasını isterim" anlamında çalmak Bir şeyi herkesin duyabileceği biçimde ortalığa yarık Sır saklamayan,önüne gelene içini tefe koymak Dedikodusunu yapmak, kınayan bir dille başkalarına anlatmak, alaya silmek İlişkisini kesmek, yok saymak, adını anmaz olmak, dürülmek 1. İşine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak. 2. Ölmek ya da kapamak İlgiyi kesmek, uğraşmaz olmak, söz konusu işi yapmaz olmak. Deli divane olmak Bir şeyi, bir kimseyi aşırı derecede sevmek, ona tutkun fişek Atak, delişmen, delice işler yapan, uyku Hiç uyanmadan, çok rahat, uzun süre uyunulan tutmak Bir çalgıya, bir başka çalgı veya sesle eşlik atmak 1. Çapasını denize atmak. 2. Bir yerde uzun süre gibi olmak Sağlam ve sıhhatte olmak .Denizden çıkmış balığa dönmek Yeni bir işe, ortama, duruma alışmakta zorluk düşmek Yapılması gereken bir şeyi gerçekleştirmenin yollarını ortağı 1. Aynı derdin, sıkıntının içinde bulunanlardan her biri. 2. Bir kimsenin derdini paylaştığı, anlattığı yakın olmak Yaptığı kötü bir işten dolayı şöhreti kulak Kıyaslanan şeyler arasındaki orantısızlığı belli etmek için kullanılır. Devede kulak Bütüne göre çok ufak bir hendek atlatmak Birisine yapılması çok zor, hemen hemen yapamayacağı bir işi yaptırmaya kuşu Umulmadık, iyi talih; zenginlik, mutluluk getiren üstünde oturmak Bir yerde tedirginlik duymak, her an kalkmak durumunu belirtir olmak, huzursuz ağacı olmamak Malı mülkü gitmek İnatçılık etmek, bildiğini yapmaya çalışmak, kimsenin uyarısına kulak tutturamamak Bir yerde, bir işte bir sebepten ötürü başarı sağlayamayıp uzun süre etmek Bir yeri, olayı, birinin hareketlerini gizlice ve gözünü ayırmadan dikkatlice dökmek Kandırmak, inandırmak ya da yararlanmak için tatlı sözler uzatmak Bir kimse veya bir şey için kötü söz yarası Acı, ağır ve kötü sözün gönülde bıraktığı dile dolaşmak Her yerde, pek çok kimse tarafından bahis konusu dillere düşmek Hakkında dedikodu gelmek 1. Konuşma yeteneği yokken konuşmak, dillenmek. 2. Dile getirmek 1. Bir meseleyi belirtmek, ortaya atmak, anlatmak, açıklamak. 2. Birini kolay Söylenmesi kolay ama yapılması ortaya konması ya da katlanılması çok açılmak Herhangi bir sebepten dolayı konuşamayan kimse, birden konuşmaya başlamış çetrefilli olmak Rahat ve düzgün konuşamamak .Dili dolaşmak Heyecan, korku ya da bir hastalık sebebiyle söyleyeceğini şaşırmak, karıştırmak, açık olarak ifade dönmemek 1. Bir sözü doğru ve düzgün söylemeyi becerememek, yanlışsız konuşamamak. 2. Amacını iyi olsa da söylese "Cansız nesneler, hayvanlar konuşabilseler, bazı olaylara tanıklık edebilseler ne iyi olurdu" anlamında tutulmak Herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyemez duruma uzun İncitici, kırıcı sözler söyleyen, saygısız varmamak Bir sözü söylemeye gönlü razı kemiği yok 1. Önceden söylediği sözü başka biçimlere sokarak inkâr etmek. 2. İnsan konuşurken bazı hatalar yapabilir, doğru ve yanlış her şeyi tüy bitmek Sık sık söylemekten bıkmak, kurtulamamak Yaptığı bir kabahatten ötürü sürekli olarak, bir kimsenin sitem, eleştiri ve sataşmalarına dolamak 1. Bir kimsenin dedikodusunu yapmak, kötü tarafını her yerde söylemek. 2. Bir şeyi her fırsatta söyler pelesenk etmek Bir sözü her zaman, yerli yersiz tutmak Sonunu düşünerek gelişigüzel konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak, rast gele yutmak Büyük bir korku, şaşkınlık ya da sevinç karşısında konuşamaz hâle zaptetmek altında bir şey olmak Bir kimsenin sözlerinden açıkça söylemediği bir şeyler olduğu ucuna gelmek 1. Tam söyleyecekken vazgeçip söylememek. 2. Hatırladığı şeyi söyleyecekken yine dolaşmak Her yerde kendisinden, ondan söz destan olmak Bir olay veya nitelik halk arasında pirince giderken evdeki bulgurdan olmak Daha iyisini elde etmek uğruna çalışırken elindekilerini de imandan çıkmak Çok sinirlenmek, öfkelenmek, kızgınlık imandan olmak Dinî inancını yitirmek, mürtet ahırı Gireni çıkanı çok olan ,kimin gelip gittiği belli olmayan yer. Dini bir uğruna Müslümanlık davası yoluna iş yapmak.Dini bütün Dinin emirlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışan, inancı sağlam olan, dinine çok kile boş ambar Para, mal tutamayanın durumunu ya da verimsiz, sonuçsuz bir işi anlatmak için çevirmek Daha önce birlikte iş yaptığı, anlaştığı kimseden, artık ihtiyaç duymadığı için yüz çevirmek; bir kimseyi kendinden uzaklaştıracak davranışlarda çürütmek Okumak, öğrenim görmek için uzun yıllar bilemek Öç almak, kötülük yapmak için fırsat kollamak; öfkesini gösterir durum geçirememek Etkisiz kalmak, güç yetirememek, hükmünü yürütüp sözünü gıcırdatmak Kızgınlığını, öfkesini kimi davranışlarıyla belli göstermek Güçlü olduğunu, kendine güvendiğini, saldırabileceğini davranışlarıyla belli etmek; tehdit dokunur Hatırı sayılır, işe yarar, belirtilmeye değer, tırnağından artırmak Yiyeceğinden, içeceğinden vb. ihtiyaçlarından keserek zorla göre Yapabileceği, gücünün yeteceği, becerebileceği, uygun bir sıkmak Darlığa, sıkıntıya dayanmak; her türlü zorluğa sökmek Zararsız hale tırnağına takmak Çok büyük zorluklara, sıkıntılara, darlıklara katlanarak bütün gücünü kullanıp kovuğuna bile gitmemek Çok az gelmek yiyecekler için.Diz boyu Dize kadar yükseklik veya alçaklık için.Diz çökmek 1. Dizini yere koyarak oturmak. 2. Teslim gelmek Teslim olmak, boyun eğmek, yenilmek, güçlünün buyruğunu getirmek Kendisine karşı geleni alt ederek buyruğunu dinler duruma getirmek, boyun dizginleri ele almak Yönetimi ele geçirmek, işi kendisi yönetmeye salıvermek Başıboş bırakmak, sıkı tuttuğu yönetimi dövmek Çok pişman dizlerinin bağı çözülmek Korkudan, heyecandan, yorgunluktan ayakta duramayacak hâle kapanmak Yalvarmak, kendini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine etmek Yerli yersiz söylenip eli seni yakar, içi beni "Dıştan görünüşü, herkesi imrendirecek kadar güzel ama içyüzü elverişsiz, kötü, sahibini üzücü" anlamında dobra söylemek Hiçbir şeyden çekinmeden, sözü eğip bükmeden, dosdoğru, açık açık çocuğa don biçmek Henüz ele geçmemiş bir şey, gerçekleşmesi kesin olarak bilinmeyen bir durum için hazırlık saçılmak 1. Bir şey uğruna fazla para harcamak, masraf etmek. 2. Soyunmak, çok açık doğurmak Korkudan ve heyecandan doğurmak 1. Bir işi güçlükle ve sıkıntı içinde sonuca ulaştırmak. 2. Merakla, heyecanla, sabırsızlıkla, sıkıntı çekerek köyden kovulmuş Geçimsizliği, hatalı davranışları yüzünden birçok yerden atılmış çevirmek Hile, düzen ve dalavere ile iş yutmak Kanıp yutmak Kanmak, aldanmak .Dolu dizgin 1. Son hızla süvari ve at arabası için. 2. Önüne geçilemeyecek biçimde, çok fazla koydum almadı, boşa koydum dolmadı İçinden çıkılamayan güç bir durum karşısında söylenir. Domuzdan kıl çekmek Sevilmeyen, eli sıkı olan, cimri bir kimseden bir şey gömlek Çıplak, üzerinde sadece don ve gömlek var denilecek kadar soyunmuş taşım yok,öter kuşum yok Hiçbir şeye sahip olmamak .Dört ayak üstüne düşmek Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden başı mamur Her yanı bakımlı, elverişli, güzel, tam istenildiği dirhem bir çekirdek Şık giyimli dönmek Bir işi yapmak için korku, heyecan, telâş, şaşkınlık içinde sağa sola koşmak, çare elle sarılmak Yapacağı işe büyük bir önem verip özen göstererek gözle beklemek Özleyerek, çok isteyerek, büyük bir sabırsızlıkla alışverişte görsün Laf olsun diye iş yapanlar için söylenir. Dostlar alışverişte görsün Gösteriş olsun; amaç iş yapıyor görünmek, iş yapmak bükmek Umursamamak, beğenmemek, ısırmak Hayret etmek, ısırtmak 1. Hayran bırakmak. 2. Şaşkınlığa, hayrete noktası Bir meselenin sonuçlandırılması için çözülmesi, açıklığa kavuşturulması gereken en güç bayram etmek Çok sevinç duymak, topluca neşeli bir duruma evi gibi Çok kalabalık ve telâşlı görülen attırmak Geride bırakmak, zor duruma düşürmek, birini etmek Bozmak, ortalığı dağıtmak, yok etmek; yenmek, birine karşı başarı olmak 1. Ortadan kaybolmak. 2. Durumu, düzeni, işi bozulmak. Kötü üstünde 1. Çok taze sebze ve meyve için. 2. Çok yeni, üzerinden zaman çevirmek Düzen kurup, hileli iş kırmak Yön suyunda gitmek Birine bağımlı olmak, birinin tuttuğu yolu izlemek, hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini suyundan gitmek Karşısındakinin huyuna göre çocuk Deneyimi az, toy başına yıkılmak Dara düşmek, felâkete uğramak, umutlarını yitirmek, çok üzülüp acı bir araya gelse "Bütün insanlar engel olmaya kalksa bile, asla, hiçbir zaman, kim ne derse desin" anlamında, yine bildiğini yapma durumu için gözü ile Ölmeden önce, yıkılsa umurunda değil Hiçbir şeyle ilgilenmemek, umursuz olmak, sorumluluk haberi olmamak Çevresinden, çağından ve çağının getirdiklerinden, zamanında yaşanan hayattan haberli onun olmak Oldukça çok kaç bucak olduğunu anlamak Dünyada insanın başına neler gelebileceğini öğrenmek, zorluklarla karşılaşmak, tecrübe öbür ucu Çok uzak kazık çakmak ÖlmemekDünyayı toz pembe görmek İyimser olmak, üzücü durumlara bile iyi gözle yerde 1. Hiç gereği yokken. 2. Kolaylıkla, hiç emek ve çaba dinlenmeden Sürekli olarak, ara vermeden, arka dururken 1. Birden bire, ansızın. 2. Hiç gereği veya sebebi kalka 1. İşi kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak güçlükle, uğraşa uğraşa yapmak. 2. Biriyle yakın ilişki atmak Umulmadık bir başarı çatlatmak Nisbet yapmak, iyi durum ve başarılarıyla düşmanı kızdırmak ve kesilmek Düşman olmak, düşman gibi görünüp tavır taşınmak Bir meseleyi enine boyuna tartmak, konuyu bütün yönleriyle incelemek, iyice düşünüp ona göre kalkmak 1. Yakın arkadaşlık etmek. 2. Yasa ve gelenek dışı kadın ve erkekle birlikte yaşamak veya sık sık bir araya yemiş bülbüle dönmek Susmak; konuşkanlığını, sevincini, neşesini yitirmek; sesi çıkmaz duvara tırmanmak Çok yaramazlık yapmak, uslu Efendi'nin gelini Eski moda giyinen aman verirse Ölmezsem, ömür teri dökmek Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalım içinde gelmek Ölmek, sonu gelmek, yok oluş vakti susamak Tehlikeli işlere girişmek .Eceline susamak Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli işlere bücüş Çarpuk çurpuk, eğri büğrü, düzgün yanı olmayan, çirkin bir biçim almış yapmak Bir işe yaramayan, konuyu açıklamaya yetmeyen, gerçeği yansıtmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler gündeliğe takılmak Edepsizliği alışkanlık haline getirmekEfendilik yapmak Saygılı hareket dağıtmak Sıkıntıyı gidermek, üzüntüyü yok etmeye gözle bakmak Kötü düşünce besleyerek doğrusuna gelmek Uygunsuz yapılan işin tesadüfen uyumlu etmek İşinden çıkarmak veya yağ sürmek Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket kazanmak Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı taştan çıkarmak En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak becerilikte olmak, her türlü işi elden su gölden Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kapısı Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş parası Kazanç, geçinmek için kazanılan yüz Somurtkan, asık gedik Ufak tefek açmak 1. Dilenmek. 2. Başkasının yardımını almak için altından Kimsenin haberi olmadan, atmak 1. Bir işe girişmek. 2. Birisinin işine ayak çekilmek Ortalıkta kimse kalmamak, ıssızlaşıp basmak Yemin etmek, kutsal bir şey üzerine el koyarak ant çabukluğu 1. Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı. 2. Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde elde baş başta 1. Masrafla para birbirine denk geldi. 2. Yapılan işin sonunda ne kâr ne de zarar ele vermek Güçleri birleştirip işbirliği yapmak, emeği 1. Elle yapılan işe harcanan emek. 2. Elle yapılan çalışmanın kadar Küçük, kaldırmak 1. Kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak. 2. Bir şey söylemek istediğini, oy verdiğini elini kaldırarak kapısı 1. Bir kızın gelin gittiği ev. 2. Yabancıların memleketi, evi, koymak 1. Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye başlaması. 2. Buyruğu altına almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kuruluşa hâkim oğlu 1. Yabancı. 2. sürmemek 1. Dokunmamak, hiç değmemek. 2. Yapımına üstünde tutulmak Çok değer verilip sevilmek, kendisine büyük ölçüde saygı uzatmak 1. Birine yardım etmek. 2. Dokunmaya, almaya yordamıyla Tahminlerine, sezgilerine dayanıp elle yoklayarak. Elde avuçta bir şey kalmamak Parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş etmek 1. Bir şeye sahip olmak. 2. Bir kimseyi kendi yanına kalmak 1. Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı. 2. Harcanandan arta kalmış ayaktan düşmek veya kesilmek Yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma çıkmak Malı olmaktan düşme Az kullanılmış."Elden ele dolaşmak Pek çok kişi tarafından kullanılmak, bir çok sahip eline geçirmek Eksiklikleri düzeltmek, onarmak; denetlemek için pek çok şeyi ele alıp yoklamak, gözden gitmek Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun almak 1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamış olmak. 2. İncelemek, araştırmak veya tenkit avuca sığmamak 1. Şımarık davranmak. 2. Söz dinlememek, kural tanımamak, zapt geçirmek Sahip olmak, kaçan bir kimseyi vermek Bulunduğu yeri haber vererek suçluyu geçirmek Titizlikle seçmek; iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı birbirinden fiş kem gözlere şiş. Nazar değmesin açık Cömert, çok para harcayan, sakınmadan para ağır 1. Oldukça yavaş iş yapan. 2. Vurunca çok altında olmak 1. İstediği anda ele alıp kullanabileceği bir yerde bulunmak. 2. Buyruğunda ayağı buz kesilmek 1. Korku, heyecan ve üzüntüden ne yapacağını bilemez duruma gelmek, donup kalmak. 2. Çok ayağı tutmak İş yapabilecek güçte olmak, bedenî gücü var bayraklı Kavgacı, şirret, böğründe kalmak Çaresiz kalmak, bir şey yapamaz duruma gelmek, başarısızlığa bol Cömert, esirgemeyen, çok para ve eşyası boş dönmek Umduğunu alamadan geri çabuk Tez iş cebine gitmemek veya varmamak Cimri olmak, para harcamaya darda Geçimi için para sıkıntısı değmemek Bir işi yapmaya zaman hafif İncitmeden, can yakmadan iş kalem tutmak 1. Yazı yazmayı bilmek. 2. Düşüncelerini derli toplu güzel bir ifade ile sıkı Kolay para harcamayan, cimri, çok uzun Hırsız, fırsat buldukça bir şeyler aşırmaktan geri varmamak Bir işi yapmaya gönlü razı yatmak Bir işe eli alışkın olmak, bir işi yapabilecek el becerisi görse mertek sanır Cahil, okuması yazması iş çıkmamak Çabuk iş tutmak 1. Destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak. 2. Yürümesine, kalkmasına, inmesine, çıkmasına yardım düşmek 1. Birine muhtaç olmak. 2. Yakalanmak. 3. Düşmanın ya da kendisine hıncı bulunan birinin hâkimiyetinde su dökemez Sözü edilen kişi, değerce ondan çok çabuk tutmak Hızlı davranmak, acele kana bulamak Birini öldürmek veya kolunu sallaya sallaya gelmek Bir işten sonuç almaksızın dönmek, gelirken hiçbir armağan kolunu sallaya sallaya gezmek Pervasızca, çekinmeden, kimseden korkmadan sıcak sudan soğuk suya sokmamak Çok nazlı olmak, evde hiçbir iş yapmamak, zor işlerden hamuruyla erkek işine karışmak Anlamadığı, bilmediği, beceremediği işleri yapmaya kalkışmak kadınlar için.Eliyle koymuş gibi bulmak Aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay tutulur gözle görülür Çok açık, gizli bir tarafı geçmek Bir işin yapılmasında yardımcı olmak .Emek vermek Bir şeyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalışmak. Emir kulu Kendisine emredilen işi yapmak zorunda olan kimse. Eninde sonunda Nihayet, en sonunda. Enine boyuna 1. Her yönü ile, eksiksiz, bütün ihtimalleri göz önünde tutarak. 2. İri yarı, gösterişli adam.Ense yapmak Yemek, içmek ve keyfine bakmak, hiç iş kalın Parası çok, varlıklı, sözü geçer, ödeme gücü yüksek kimse. Ensesinde boza pişirmek Çok eziyet yapışmak geç Ne zaman olsa, geçmek Dikkate almamak, sözleri arasında o konuya okunmamak Adı anılmamak, değer sağlam kazığa bağlamak İşini güvenli kılacak önlemler almak. Eşek hoşaftan ne anlar Anlayışsız,zevksiz insanlar için söylenir. Eşek kadar Büyük, iri; aşırı derecede gelişmiş. Eşek şakası Ağır, hoşa gitmeyen, incitici, kaba şaka. Eşek sudan gelinceye kadar dövmek Adamakıllı, çok ve iyi dövmek. Eşiğine yüz sürmek Bir isteğinin yerine getirilmesi için bir kimseye yalvarmak, önünde eğilmek. Eşiğini aşındırmak Bir işi yaptırmak, gördürmek için bir yere çok gidip savurmak Bağırıp çağırmak, öfke ile atıp çamlar bardak oldu Şartlar değişti anlamında defterleri karıştırmak Eski olayları, işleri bir çıkar umuduyla tekrar ele almak, yeniden gündeme getirmek. Eski hamam eski tas Hiçbir şey değişmemiş, eski durumda kalmış. Eski kafalı Yeniliğe açık olmayan, yaşayış ve düşünce itibariyle eskiye kurt Tecrübeli, görmüş ve geçirmiş, mesleğini iyi bilen, hileyi ve düzeni deneyimi sayesinde hemen toprak Yaşlılığına rağmen dinçliğini, dayanıklılığını hâlâ sürdüren, gücünü kaybetmemiş saat 1. İş görecek kimsenin uysal davranacağı, aksilik çıkarmayacağı zaman. 2. Bir işin olumlu yola girmesi için en uygun kafalı Akılsız, anlayışı az, kavrayışı kıt tırnak olmak Sıkı bir ilişkiye girmek, birbirinden ayağına dolaşmak Telâş, korku ve heyecandan yürüyüşünü ve yapacağı işi yapışmak 1. Bir kimsenin manevî desteğini istemek. 2. Varlıklı, sözü geçer bir kimseden yardım ve himaye öpmek Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek; birine yaranmak için katına çıkıp o kimsenin eteğini öpme davranışı içinde olmak. Etekleri tutuşmak Çok telâşlanmak, zil çalmak Çok sevinmek, işler yolunda ne butu ne? 1. İmkânları, parası az. 2. Çelimsiz, zayıf, küçük. Eti senin kemiği benim Çocuk velilerinin öğretmene ya da ustaya çocuğun eğitiminde kendine tam yetki verdiğini anlatmak için sütlüye karışmamak Kendini ilgilendirmeyen meselelerden, toplumu derinden etkileyen olaylardan uzak durmak, kaçınmak ve hiçbiriyle ilgilenmemek. Etrafında dört dönmek İstediğini elde etmek amacıyla bir kimsenin, bir şeyin yanından ayrılmamak, ona aşırı ilgi bulmak Yaptığı bir kötülüğün cezasını açmak Ayrı ev kalmak Yaşı ilerleyen kızın evlenememesi. Evdeki hesap çarşıya uymamak Önceden tasarlanan, düşünülen bir iş umulduğu gibi gitmemek, başka bir yönde acısı gibi içine çökmek Kaybettiği bir şey için çok üzülmek. Eyere de gelir semere de Bütün işlere yarar anlamında .Eyvallah demek 1. Razı olmak, kabul etmek. 2. Ayrılırken "Allah'a ısmarladık" anlamında etmemek Minnet altına girip boyun ez de suyunu iç Hiç yararı olmayan bir işi tenkit etmek için kullanılır. .Ezbere iş görmek İncelemeden, özenmeden, gerekli olan bilgiyi almadan, gelişi güzel iş büzülmek Aşırı sıkılgan büzülmek Güç bir duruma düştüğünü, utandığını, sıkıldığını davranışlarıyla belli basmak Güç duruma düşmek .Faka basmak Tuzağa düşmek, değilim ya Ben olacağı bilemem anlamında .Falso vermek Açık vermek veya kusurlu bir durumu olmak, kusuru açığa düşse başı yarılır Bir yerin yoksulluğunu anlatmak için kullanılır. Fareler cirit oynamak Bir yer ıssız olmak, kimseler Ağzında sır tutamayan kimse .Farkına varmak Gözüne çarpmak, orada bulunduğunu anlamak, fark gibi kendini nimetten saymak Kendine olduğundan fazla değer vermek .Felce uğramak 1. Bir işin tamamen bozulması, durup ilerleyemez olması. 2. Hastalık sebebiyle organlarının bir kısmı çalışamaz duruma gelmek, kötürüm çemberinden geçmek Hayatta çok günler görmüş, acı tatlı olaylar yaşayıp tecrübe kazanmış, çemberinden geçmiş Tecrübeli,bilmiş .Felekten bir gün çalmak Eğlenceli bir gün fellik aramak Telâşla, hemen her köşeye bakarak heyecanla yapmak Olayların sebep ve sonuçları üzerine kendince birtakım soyut düşünceler ileri etmek Kötü duruma düşürmek, işini bozmak, zor durumda bırakmak, alayı Bayram gecelerinde kalabalık halk topluluklarının, ellerinde fener veya meşalelerle şehri dolaşarak yaptıkları sahibi Gönlü tok, özveri gösterebilen, fedakârlık dinlememek Kural, yasa, söz dinlememek; hiçbir yerden buyruk deli Deli olduğu herkesçe bilinen, zır kumkuması Hep kötülük düşünen kumkuması Tamamiyle kötülük düşünen, insanları birbirine düşürecek işler yapan, ortalığı almak Birinin düşüncesinden vermek 1. Bir konuda düşüncesini bildirmek. 2. Bir konuda yol gösterici bilgi yürütmek Bir konu üzerinde kendi düşüncesini söylemek, tahminlerde katırlarını ürkütmek Kötü niyetli kişileri ürkütecek hareketlerde bulunmak .Fink atmak Hiçbir şeye aldırmadan gönlünce gezip eğlenmek, şurada burada oynayıp etmek Birilerinin bulunduğu bir yerde birkaç kişi gizlice ve alçak sesle almak Öfkeyle sokmak İnsanları birbirine düşürecek, aralarını bozacak davranışta bulunmak, sözler sarf biçmek Bir şeyin değerini belirlemek, para karşılığını tespit kırmak Fiyatı birilerinin verdiğinden az vermek, fiyatı dondurmak Fiyatın yükselmesini önlemek, fiyatların olduğu gibi kalmasını fıldır aramak Israrla ve telaşla aramak .Fırıldak çevirmek Düzen kurmak, hileli iş süpürgesi Zayıf,uzun boylu kimse .Fırsat düşkünü Çıkar sağlamak, kötülük yapmak için fırsat kollayan yok yumurta yok Herhangi bir sebep veya ilişki bulunmaması .Fol yok yumurta yok Ortada bir konu ile ilgili hiçbir belirti olmadığı hâlde varmış gibi bir kuşkuya yapmak İçeceği bir dikişte, bir solukta içmek. Fora etmek Açmak, bulmak Bir çözüm, işi çözümleyecek çıkar yol kalmamak Sözü geçmez olmak; bir konuda saygınlığı, gücü kırılmak İtibar ve onuru sarsılmak .Foyası meydana çıkmak Yalanı, dolanı, hilesi, kötü niteliği, kusuru ortaya babası Fakirleri kollayan demir etmek Demir atma komutu getirmek Umutsuzluğa ve çaresizliğe avlamak / avlanmak Bir kimseyi hazırlıksız ve habersiz bir anında yakalamak, güç duruma düşürmek, güç durumundan baş,düşmana eş İşlerinde hazırlıksız olan insan her zaman zor duruma düşebilir .Gaflet basmak Uykusu düşmek Dalgın, dikkatsiz, uyuşuk yakalamak Zayıf noktasından yakalamak .Gam yememek Kaygılanmamak, tasa etmemek, gönüllü Cömert, eli bol, vermekten etmek Boşuna harcamak, işe yaramaz duruma getirmek, yerinde inadı Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumuşatılamayan ölüsü Oldukça aýrOldukça ağır rana Güzel hoş ceylan gibi sevgili okumak 1. Gazel söylemek. 2. Kandırmak ve oyalamak için boş sözler kuşu Geceleri gezip dolaşan, bunu huy edinen akçe Herkesçe aranılan, beğenilen, değerli şey.Geceyi gündüze katmak Ara vermeden, devamlı çalışmak; büyük çaba sağlamak Yaşamak için gerekli olanı elde karıştırmak Birinin ölmüşlerini yermek veya onlara Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde`ye "İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın" anlamında gelelim "Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki.." anlamlarında keyfim gel Bir durumdan duyulan memnunluk, işlerin yolunda gitmesi zaman git zaman Aradan epeyce bir zaman geçtikten çatmak Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak, çok yakında aslanı Gösterişli,işe yaramayan adam .Gemi azıya almak 1. Söz dinlemez olmak. 2. At, gemi azıları arasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve kendi istediğince gönüllü Heyecan ve telâş göstermeyen, merak etmeyen, olayları hoş basmak Geri geri çekilmek 1. Kaçmak, bulunduğu yerden arka arkaya doğru gitmek. 2. Karıştığı bir işi sürdürmekten ya da sürdürenler arasında bulunmaktan çevirmek İade etmek, geldiği yere göndermek, kabul durmamak Bir işe girmekten kaçınmamak, o işe hizmet 1. Ordunun çeşitli gereksinimleri ile ilgili işlerin tümü. 2. Etkinliği ikinci dereceden sayılan, kolay kafalı Yenilikleri kabul etmeyen, bağnaz, kafası hurafelerle etine girmek o gidiş "Gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı" anlamında bana hande sana Önce karşısındakini düşünen kimsenin kullandığı bir tutmak Bir süre boğaz gıcıklanmasına yakalanmak, vermek 1. Birini kızdırıp sinirlendirmek. 2. Boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol dememek Hiç sesini çıkarmamak, yakınmamak, karşı gelmek Usanmak, gitmek 1. Bol bol ortaya dökülüp harcanmak. 2. Uzun kadar borca girmek Pek çok, ödenmesi zor olacak şekilde kesmek Yiyecek parasını kısıtlamak .Gırtlak gırtlağa gelmek Kıyasıya dövüşmek ya da dövecek hâle çatlamak Birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak, pek çok çaba sarf adı Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan kabarmak İftihar etmek, övünç geçirmek Üzüntülü bir şekilde soluk almak, içini çekmek."Eski hatıraları gözünde canlanınca derin derin göğüs geçirdi."Göğüs germek Bir zorluğa dayanmak, karşı demir,yer bakır İmkansızlıklar ve umutsuzluklar içinde bulunuşu anlatır. Göklere çıkarmak Aşırı ölçüde zembille mi indi? "Ona niçin ayrıcalık gösteriliyor?", "Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar tanınıyor?" anlamında düşürmek Bir şeyin önemini ve değerini azaltacak, ününü düşürecek işler etmek 1. Işığa engel olmak. 2. Bir işin yapılmasına engel olmaya korkmak Çok korkak olmak, en basit işlere bile girmekten korkar değiştirmek Tutum ve görüşlerini değiştirmek .Gönlü bol Yeterli imkânlardan mahrum olmasına rağmen eli açık davranan, kalmak 1. Gücenmek. 2. İstediği hâlde elde edemediği şey üzerinde isteği devam kara Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini tok Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert kopmak Birine iyilik yapma ya da bir şeyi verme isteği, içinde aniden göre İsteğine uygun olarak, dilediğine almak 1. Sevindirmek, hoşnut ettirmek. 2. Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranışlarla yeniden hoşnut eri Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil kimse.Gönül kırmak yıkmak Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta okşamak Birini hoş bir davranış ve sözle yapmak Hoşa giden davranışlarla veya sözle birinin kırgınlığını çıkarmak Anmaz ve sevmez geçirmek Bir şeyi yapmayı düşünmek, olmasını istemek, o şeyi düşünür gönülsüz Pek de istekli Sivas'ın bağları Gerçekleşmesi beklenen bir şeyin ortaya çıktığına dair olanaklar belirdiğinde kullanılır. Görüş açısı Bir soruna yaklaşma, onu ele alma gösterisi Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları açamamak İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı açıp kapayıncaya kadar Çok çabuk, kısa bir açtırmamak Baskı altında bulundurarak başka bir şeyle uğraşmasına fırsat alıcı Alımlı; şekli, rengi ve güzelliği ile dikkat atmak Kısaca, dikkatli değil de şöyle bir bakıvermek; üzerinde fazla durmadan elden bebeği Pek değerli, sevgili, çok önem verilen kimse.Göz boyamak Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, dikmek Bir şeyi ele geçirmek isteğinde doldurmak Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok gezdirmek 1. Derinlemesine incelemeden okumak. 2. Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak göre göre Apaçık şekilde, herkesin gözü gözü görmemek Dumandan, karanlıktan ya da yoğun tozdan hiçbir şey görülmez hakkı Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çıkarılan pay, imrenmelerini yok edecek küçük hapsine almak Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kamaştırmak 1. Hayran bırakmak. 2. Güçlü, parlak bir ışığın kısa bir zaman için görüşü bulandırması, bakılan yeri görmez kararı Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da kesilmek Bütün dikkatiyle kırpmadan 1. Hiç duraksayıp çekinmeden. 2. Acımadan, merhamet kırpmak Karşısındakine göz kapağını açıp kapatarak işaret vermek, bu şekilde meramını anlatmaya çalışmak; bir şeyi onayladığını ya da doğru olmadığını gözünü açıp kapayarak kırpmamak 1. Hiç uyumamak. 2. Tehlikeye kulak olmak 1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2. Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye nuru dökmek Yapılan işte göz emeği bulunmak .Göz nuru dökmek Göz emeği harcamak; gözün dikkatini, elin emeğini gerektiren ince bir iş yapmak ve işte uzun süre önünde tutmak bulundurmak Dikkate almak. Herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağını hesaba ucuyla bakmak Belli etmemeye çalışarak, başını çevirmeden göz kenarı ile yandan yummak Kabahatlerini, kusurlarını hoş karşılamak, görmezlikten gelmek, yummamak 1. Hoş görmemek, bağışlamamak. 2. Hiç vermek Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için tütmek Çok özlemek, hasret çıkarmak Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı düşmek Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi geçirmek 1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına ırak olan gönülden de ırak olur "Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır" anlamında kaçmak Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, kaybolmak Ortadan çekilmek, görünmez almak Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden batmak 1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek. 2. Kıskançlığa, çekememezliğe yol çarpmak Görünüşü ile dikkati üzerine girmek Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven göz, dişe diş Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan acısını bulutlanmak Gözleri yaşararak çevreyi bulanık dolmak Ağlayacak gibi olmak, göz pınarlarına yaş fal taşı gibi açılmak Hayret, şaşkınlık ve öfke gibi sebeplerle gözleri iri iri açılmış fıldır fıldır etmek Gözleri zekice, çabuk çabuk dönerek her tarafa kan çanağına dönmek Uykusuzluk, ağlama, kızgınlık ya da bir şeyin kaçması sebebiyle gözlerin çok kızarmış kapanmak 1. Çok uykusu gelmiş olmak. 2. yaşarmak Üzücü ve duygulandırıcı bir durum karşısında gözlerinden yaş yollarda kalmak Özlemle uyku akmak Çok uykusu geldiği için göz kapakları kapanır gibi inanmamak Hiç beklemediği bir anda bir şeyi görüp çok şaşırmak, bu sebeple gördüğünün gerçek olduğuna gözünü kan bürümek Çok öfkeli, kinli olmak; her kötülüğü yapacak hâle içi gülmek Çok sevindiğini gözlerinden ve yüzünden belli aç Aç gözlü, doymak bilmeyen, gerektiğinden fazlasını açık gitmek Çok istediği şeylere kavuşamadan açık Uyanık, kurnaz, çıkarlarını iyi kollayan, becerikli, açılmak Yararlıyı yararsızı, iyiyi kötüyü ayırt edebilir duruma arkada kalmak Kendisi ayrıldıktan sonra, bıraktığı şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek, merak bağlı 1. Sorup soruşturmadan, anlayıp anlamadan. 2. Gafil, çevresinde olup bitenlerin farkında dalmak Gözlerini bir noktaya dikerek dalgın dalgın doymak Çok istenen bir şeye kavuşup, artık istemez duruma gibi sakınmak esirgemek Bir şeye aşırı derecede ilgi duymak, onu koruyup gözetmek, dikkatle muhafaza hiçbir şey görmemek Heyecana, öfkeye ya da önem verdiği bir işe kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma ilişmek İstemeden, birdenbire, rastgele ısırmak Bir kimseyi sanki tanır gibi kara veya pek Cesur, atak, korkusuz, tehlikeli işlere tereddüt etmeden kesmek Bir işi yapabilme konusunda başkalarına ve kendisine korkmak Daha önce başından geçen kötü bir denemeden sonra, birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği endişesine kapılmak ve o işi yapmaktan pek kara Korkusuz, atılgan, cesur, tehlikelere sulu En küçük sevinç ya da üzüntü karşısında hemen ağlayıveren, gözyaşlarını tok Elinde imkânlar olsun olmasın, mal-mülk veya paraya düşkün olmayan, tutmak Güvenmek, üzerinde olmak Bir şeye, bir kimseye sık sık bakarak ne durumda olduğunu kontrol etmek, dolayısıyla kötü bir sonuca meydan vermemeye yılmak Daha önce denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten yükseklerde olmak Hâlen bulunduğu durumdan daha yüksek bir duruma ya da mevkiye çıkmak istemek, böyle bir amacı büyümek Olduğundan fazla büyük ya da güç büyütmek Bir şeyi, olayı, kimseyi veya işi bakmak 1. Verilen emri yapmak üzere işaret beklemek, işareti verecek kimseyi gözlemek. 2. Gerektiğinden fazla dikkat göstermek, koruyup dizine dursun Nankörlük eden kimseye karşı söylenen ilenme sözü. " Allah, bu nankörlüğünün cezasını versin." anlamında girmek Birinin sevgi ve ilgisini sokmak 1. Görmek istemediği bir şeyi zorla göstermek. 2. Bir çaba sonucu, bir kimseyi büyüğünün beğenmesini uyku girmemek Uykusuz kalmak, hiç açmak 1. Uyanık, dikkatli olmak. 2. Birisine bilgiler vererek görüşünü ayırmamak Bir şeye devamlı bakmaktan kendini çıkarmak Zarara uğratmak, bir işi kötü biçimde yapmak, iyi yerine kötüyü daldan budaktan esirgememek veya sakınmamak Tehlikeli işlere girişmekten dört açmak Bir hileye düşmemek, aldanmamak için çok dikkatli kan bürümek Birisini öldürecek kadar kapamak 1. Görmezlikten gelmek, yapışına ses çıkarmamak. 2. korkutmak Yıldırmak, karşı duramaz hâle önünden gitmemek Unutamamak, her an görür gibi yaşına bakmamak Hiç acımamak, merhamet gitmek Bir söz, bir davranış bir kimsenin onuruna dokunmak, o kimseye ağır gülistanlık Sorunları bulunmayan; neşe, bolluk ve huzur içinde olan kırılmak Aşırı ölçüde gülmek, çok gülmekten halsiz geçmek Bir durumu umursamamak, aldırış etmemek, gülünç bulup üzerinde almak 1. Bir iş yapmak için ilgili kişiden gün ayırmasını; belirli bir tarih tespit etmesini istemek, randevu almak. 2. Yaşını bitirip daha sonraki yılın bir ya da birkaç gününü batmak Güneş görmek Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler görmüş Başından nice işler geçmiş, tecrübeli, görüp geçirmiş, çok ışığına çıkmak Aydınlanmak, açıklığa kavuşmak, anlaşılır işlemek Dince suç sayılan bir iş girmek Dini bakımdan suç sayılacak bir iş yapmak ya da söz sokmak Günah işlemesine yol açmak, dinin buyrukları dışına çıkmasına zemin vermez "Çok cimri, eli sıkı, hasis" kimselerin durumunu anlatmak için almak Bir yere güneş ışığı sayılı olmak 1. İçinde olunan günlerde ölecek olmak. 2. Bulunduğu yerde kalmak için birkaç günü birliğine Sabah gidip akşam dönmek adamı 1. Zamanın gereğine göre tutum ve yön değiştiren, çıkarını gözeten kimse. 2. Kendisinden o günlerde çok söz doldurmak Bir işin gerçekleşmesi için geçmesi gereken zamanı gün etmek Eline geçen imkânları değerlendirmek, hiçbir şeyi dert edinmeyip hoşça vakit patırtıya pabuç bırakmamak Korkutmalara, tehditlere aldırış etmeyip dilediği gibi okşamak Bir kimseyi yüzüne karşı överek, becerilerini söyleyerek beslemek Bir kimseye, bir şeye güven duymak, inanmak, itimat kazanmak Söz, davranış ve yaptığı işlerle çevresindekileri kendisine vermek Kendisinin güvenilir bir kişi olduğu, kendisine itimat edilebileceği duygusunu dağlara kar yağmak Güveni babam ha 1. Devamlı olarak, hiç durmadan. 2. Karşısındakinin çabasını, gayretini artırmak için bire Durmadan, arka arkaya, sürekli olarak, ara Hoca Ali, ha Ali Hoca Farklı gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir değişikliği yoktur, "ikisi de birdir" anlamında kubbe yapmak Önemsiz bir şeyi kubbe yapmak Önemsiz, küçük bir şeyi büyütüp mesele uçurmak Çabucak, gizlice haber vermek kalmamak Gereği olmamak, lüzumu ağa Özellikle büyük kentlerde gereksiz yere çok para harcayan, taşralı bilgisiz mi düşmüş! "Onun bunu yapmaya yetkisi yoktur; böyle bir işe nasıl, hangi yetenekle girişir? Bu işi yapması imkânsızdır" anlamında bildirmek Yetkisi dışındaki işlere karıştığı için sert bir karşılık vererek onu cezalandırmak, yola getirmek, uslandırmak, yetki sınırını bilmek Kendi değer ve yeteneğini bilmek, üstün görmemek, kendi yapabileceği şeylerin ötesine almak Küçümsemek, önem getire Yoktur kazanmak Davasında haklı olduğu meydan çıkmak, emeğinin karşılığını alabilecek duruma yolu Cenab-ı Allah`ın insanlara kitapları ve peygamberleri ile bildirdiği, dünya hayatında tutmaları gereken yol, yaşama düzeni, doğru ve haklı sükût sus payı Bir konu üzerinde konuşmaması, bildiği şeyi söylememesi karşılığında bir kimseye sağlanan geçmek 1. Birisinin payından bir başkası almış olmak. 2. Bir şeyde veya bir kimsede emeği gelmek 1. Güç bir işi başarı ile sonuçlandırmak. 2. Öç almak, yenmek veya cezasını helâl etmek Geçen hakkını, emeğini vermek 1. Bir şeyin lâyıkıyla yapılması için ne gerekiyorsa ondan kaçınmamak. 2. Birinin çalışmasını gereğince değerlendirmek, hakkı olan şeyi yemek Birinin hakkı olan şeyi vermemek, onu kendisine anlamak Bir kimsenin içinde bulunduğu zor durumu kavrayarak, anlayıp sezerek hoşgörülü olmak, anlayış yola koymak Düzenlemek, tertiplemek, iyi işler bir duruma ordaysa arşın burada Yapacağını yap anlamında sitem .Hâli vakti yerinde Zengin, oldukça varlıklı, para durumu muhlis Saf, katışıksız, temiz, eksiksiz, içinde yabancı madde verir talkını kendi yutar salkımı Kendi verdiği öğütlere kendisi pamuğu gibi atmak Bir arada, toplu bulunan şeyleri ya da kimseleri dağıtmak, parçalamak; bu yolla sağa sola, her birini bir yana etmek Yakışıksız davranmak, uygunsuz bir söz söylemek veya kötü bir şey ervah Kara ruhlu ervah Çiğ adam; yersiz ve yakışıksız sözleri, davranışları olan kaba dağda kurt öldü? Kendisinden hiç umulmayan, beklenilmeyen bir kimsenin olumlu davranışı görüldüğünde; "Nasıl oldu da böyle güzel bir iş, bir iyilik yaptı?" anlamında peygambere ümmet olacağını şaşırmak Kimin sözünü ve yolunu tutacağını,ne yapacağını şaşırmak .Hangi rüzgâr attı? "Nasıl oldu da gelebildin? Hiç görünmüyordun, sen de gelir miydin?" anlamında, uzun süre bir yerde görünmeyen kimse için taşı kaldırsan altından çıkar 1. Hemen her işte parmağı vardır. 2. Her işten anlar, her işe karışır ya da her işten anladığı izlenimi evlâdı Nazlı büyütülmüş, zora gelmeyen, çıtkırıldım yutmak Kötü bir duruma düşmek, zarar ve ziyana vurup harman savurmak Hesapsızca, düşüncesizce harcamak; malını, parasını ölçüsüzce, bol bol harcayıp olmak Bir şeyden gerektiği gibi yararlanamaz para Dinî bakımdan yasaklanmış yollardan elde edilen yemek Dinî inançlara aykırı olarak kazanç sağlamak, haksız olarak bir şeye el harfine Tastamam, uygun, tıpatıp, gerçekte olduğu neşir olmakAralarında bulunduğu kimselerle kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak; kimi işlerle ilgilenip çekmek Özlem duymak, epeydir ayrı kaldığı yere ya da kimseye kavuşma isteği içinde gitmek Özlediği, sevdiği bir yere ya da kimseye kavuşamadan kalmak Özlemini duyduğu şeye uzun zaman olmak Bir şeye çok düşkün çekmek belâsı Sayılan ve sevilen kimse için katlanılan gönül tanımamak / bilmemek 1. İsterse en sevdiği ve saydığı olsun, gücenmesini göze alarak doğru bildiğini yapmak. 2. Kırıcı davranışlarda kalmak Gücenmek, sayılır 1. Önemli, saygı değer, saygın kimse. 2. Oldukça çıkmamak Sevdiği, saygı duyduğu birinin istediği bir şeyi yapmayı reddedememek, gönlünü kırmaktan almak 1. Temiz havalı bir yere çıkarak dolaşmak, dinlenmek, ciğerlere temiz hava çekmek. 2. Eline bir şey geçmemek, umduğunu bulamamak. 3. İçine hava basmak 1. Büyüklenmek, kibirlenmek, olduğundan fazla görünmeye çalışmak. 2. Bir şeyin içine hava hoş Şu ya da bu şekilde olması arasında bir fark parası Bir yeri tutmak, kiralamak ya da bir şeyi elde etmek için değeri dışında açıktan verilen kalmak 1. Yüksek bir yerde durmak. 2. Sonuca bağlanamamak. 3. Bir iddia, dayanaksız olduğundan ispat sudan konuşmak Öylesine, gelişigüzel, rastgele su dövmek Bir işle boşuna almamak Aklı kabul kırıklığı Gerçekleşmesi istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmemesinden duyulan üzüntü, düş meyal Belli belirsiz, açık seçik belli olmayan, bulanık bir şekilde hatırlanan.Hayat memat meselesi Sonucu çok tehlikeli olan, ölüm kokan bir pahalılığı Yiyecek, içecek ve giyecek gibi geçim için gerekli olan maddelerin pahalı kazanmak Çalışıp elde ettiği para ile geçimini yaşamak Canının istediği gibi hayatını işlemek Dine ve insanlığa uygun, iyi davranışlarda kalmamak İşe yarar, beğenilecek bir yanı ve tarafı sahibi İyiliksever, yardımsever inşallah! 1. Anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için söylenir. 2. Şaşma, heyecan ve merak uyandıran durumlar karşısında öküzü Hımbıl ve tembel kimse .Hayra yormak Bir rüya ya da olayı iyi ve yararlı bir durumun işareti bulunmak 1. Bir yerde kendisi bulunmak, var olmak. 2. Bir yere hemen gidecek, bir şeyi anında yapacak durumda mezarın ölüsü Hep hazıra konmak isteyen tembel kimseler için konmak Hiçbir emek sarf etmeden, çaba göstermeden başkasının emeği ile ortaya çıkmış olan şeyden yemek Yenisini kazanmadan elindekini olsun Helâlühoş olsun 1. Bunu sana gönül hoşluğu ile veriyorum, hiç pişman değilim, Allah bunu sana bağışladığıma şahit olsun. 2. "Aferin, takdire değer iş yapıyorsun" anlamında süt emmiş olmak İyi huylu, doğru yoldan sapmayan, temiz bir şükür! Allah`a hamdolsun, beklediğimiz sonuç kel hem fodul "Bu kadar kusuruna, bu yeteneksizliğine rağmen bir de övünüyor, üstünlük taslıyor" anlamında nalına hem mıhına vurmak Birbirine zıt olan iki yanı da suçlu hem güçlü Gerçekte kendisi suçlu olduğu hâlde suç işlememiş gibi davranan ve karşısındakini suçlamaya çalışan ziyaret hem ticaret Bir yeri veya kimseyi ziyarete giden kimsenin, bu görüşmeden yararlanarak başka bir işi de yapması durumunu anlatmak için işin hakkından gelmek Her işi başarır olmak .Her kafadan bir ses çıkmak Bir konu üzerinde herkesin istediği gibi, rastgele konuşması ve bu konuşmalardan bir sonuç tarakta bezi olmak Her işle ilgili telden çalmak Pek çok konuda bilgi sahibi olmak, içinde bulunduğu ortamın şartlarına göre her çeşit iş yapabilir kitaba gelmez 1. Beklenmedik, umulmadık. 2. Sayılmayacak kadar çok, pek fazla, çekmek Bir kişiyi, bir makamı yaptığı işler üzerine açıklama ve savunma yapmaya dökmek Bir konu ile ilgili işlemlerin hesabını kâğıt üzerinde katmak almak Bir işi yaparken ya da yürütürken bir başka şeyi de göz önünde kesmek Alış verişi ya da ilgiyi bilmek Boş yere para harcamamak, tutumlu görmek 1. Alacağını ödeyip ilişkisini kesmek. 2. Cezalandırmak, vücudunu ortadan kaldırmak ya da açmak 1. Hesap defterinde, bir kişiye alış veriş için alacağını borcunu kaydetmek üzere bir yer ayırmak. 2. Bankada, gereğinde çekilmek üzere yatırılan para için işlem yapmak. 3. Birine kredi açmak, birine borçlanma imkânı etmek 1. Kazançla gideri karşılaştırıp bir sonuca ulaşmak. 2. Düşünmek, tasarlamak, ayrıntıları gözden geçirip ihtimalleri görmek Taraflarca alacakla vereceği karşılaştırıp kitap Düşünüp taşındıktan sonra, hesap sormak Bir kimseyi kanunsuz, kural dışı, ahlâka aykırı, usulsüz davranış ve sözlerinden ötürü sorgulamak, o kişiden savunma tutmak Alış verişle ilgili alacağı ve vereceği bir kâğıda ya da deftere vermek 1. Herhangi bir davranışının ya da sözünün sebebini açıklamak 2. Bir işin sorumluluğunu kitapsız 1. Sorumsuz, ölçüsüz, tutumsuz. 2. Deftere geçirilmeden, herhangi bir belgeye düşmek Yok kursağında kalmak Çok istediği, imrendiği, kavuşmak dilediği şeyi elde almak İmrendiği, çok istediği şeye kavuşup ona tutmak üstünde Çok kızıp yoktan Sebepsiz, ortada hiçbir neden saymak Hiç değer gibi kabarmak Övünmek,böbürlenmek .Hizaya gelmek 1. Düz çizgi durumunda dizilmek. 2. Aykırı, yanlış davranışlardan vazgeçmek; doğru yola gelmek, demiş burnundan düşmüş "Her durumuyla ona çok benziyor" anlamında mık etmek Bir işi yapmamak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak, bir soruyu cevaplandırırken net şeyler çıkarmak Kavga, gürültü, patırtı ve olaya sebep gibi yetişmek Dara düştüğü, çok sıkıştığı, çaresiz kaldığı bir zaman da, beklemediği bir kişi yardımına meydan "Kendine güvenen ortaya çıksın" anlamında gibi oturmak Dikilen elbisenin üzerine oturup hop kalkmak Ya heyecanından ya da öfkesinden yerinde duramaz görmek veya bakmak Önem vermemek, değersiz saymak, adam yerine koymamak, kullanmak Özen göstermeden, kabaca, dikkat etmeyerek, hırpalayarak tepmek 1. Ayaklarını yere vurarak oynamak. 2. Gürültü beş etmek Şundan bundan konuşarak sohbet giymek Mahkemece ya da birileri tarafından kendisine ceza sürmek Ülkeyi sürmek 1. İş başında olmak. 2. Yaygın olmak. 3. Bir şeyin güçlü varlığı sürüp kapısı Devlet düşünüş İstediğini, düşündüğünü baskı altında kalmadan çıkmak İşe yaramayacak, kullanılamayacak hâle İhtimalî bulunmadığı hâlde güzel bir şeyin olacağını sanma, hayal etme, buna kendini uğramak Bir konuda beklenilen sonuca ulaşamamaktan dolayı çok üzülmek, acı dağı gibi şişmek Karnı suyuna gitmek İsteklerine, alışkanlıklarına, yapısına göre onu kızdırıp ürkütmeyecek davranışlarda suyunu almak Onun özelliklerini, davranışlarını ve karakterini yapısına vermek Gönül rahatlığı, iç dirliği vermek; kaçırmak Huzurunu bozmak, tedirgin ve rahatsız sivri külah Yapayalnız,varlıksız olan kimse .İbiş gibi Alığa benzer .İbret almak Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak. İç çekmek Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak. İç etmek Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan kaldırıp kimseye göstermemek. İç fırtınasına tutulmak Morali gıcıklamak 1. Huylandırmak. 2. İstek güveysinden hallice Durumu şöyle böyle bakmak 1-Gerekeni yapmak 2-Ortadan kaldırmak. İcabına bakmak 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan çıkarmak 1. Hoşa gitmeyecek bir huy edinmek, hoş olmayan bir davranışta bulunmak. 2. Gereksiz bir sorun ortaya atmak, çıkarmak. İçi açılmak Sıkıntısı dağılıp gitmek, ferahlamak. İçi çekmek Canı arzu etmek, istek çıfıt çarşısı 1. Başkaları için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok cız etmek Ansızın içi sızlamak, çok üzülmek. "O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti."İçi dışı bir olmak İkircikli olmayan, iki yüzlü davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü bir olan. "İçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz."İçi dışına çıkmak 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedensel rahatsızlık erimek Kaygı duymak, çok geçmek 1. İstemediği halde uyuya kalmak. 2. İşe yaramaz duruma gelmek. 3. Yaşlılıktan, zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak. "O artık içi geçmiş bir ihtiyardır."İçi gitmek Çok fazla istek duymak. "Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum."İçi içine sığmamak Çok heyecanlanmak, coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak. "Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım, içim içime sığmıyordu, koşup boynuna sarıldım."İçi kabarmak kalkmak 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama duygusu içinde olmak. "Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalım buradan."İçi kan ağlamak İçten, büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak. "Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu."İçi kazınmak Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak. "Sabahtan beri açtı, içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu."İçi parçalanmak paralanmak Birine acıyarak çok üzülmek. "Onun bu halini gördükçe içim parçalanıyor."İçi rahat etmek Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak."Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak."İçi sızlamak Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle titremek 1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak. "Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri girelim."İçi yanmak 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek. "Sanki yalnız onun içi yanıyordu."İçinden gülmek Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, okumak 1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses çıkarmadan sövmek, beddua etmek. "Hikâyeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız."İçinden pazarlıklı Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen."Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben."İçine atmak 1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak. "O her şeyi içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum."İçine çekilmek kapanmak Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek, yalnızlığa gömülmek. "Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle görüşmüyor."İçine dert olmak Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak. "Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu."İçine doğmak Malum olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek. "Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu."İçine işlemek Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak. "Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki."İçine kurt düşmek Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek. "Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü."İçine sindirmek Benimsemek, iyice kabul sinmemek 1. İçi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. İstediği gibi olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak; tadına varamamak. "İşi bitirdim ama hiç de içime sinmedi."İçine sokacağı gelmek Birini aşırı ölçüde, çok yedirememek Benimsememek, kabul bir kurt yemek Sürekli olarak bir kaygı içinde dökmek Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini anlatmak. "Şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım."İçini kemirmek Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak. "İçini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu."Icığını cıcığını çıkarmak 1. Her yanını ellemek, didiklemek. 2. Bir meseleyi en ince ayrıntılarına kadar soruşturmak, incelemek. "İyice ıcığını cıcığını çıkardınız meselenin."İçler acısı Oldukça üzücü, çok dışlı olmak Teklifsiz, çok samimi, sıkı fıkı, senli benli olmak. "Biz Fatma'yla iyice içli dışlı olduk."İçtikleri su ayrı gitmemek Sıkı fıkı dost, samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri etmek 1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek, yetmek, yetişmek, korumak, kurtarmak. 4. Hoş görmek, göz yummak. 5. Örtbas etmek. "Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem, çünkü idare etmez."İfade vermek Sorguya cevap kesmek Gücünü tamamen yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek. "Ben adamın iflahını keserim, anladın mı?"İfrit olmak Çok öfkelenmek; aşırı ölçüde, kendini kaybedecek kadar sinirlenip kızmak. "İfrit oluyorum şu adamın hareketlerine."İfrit yardağı Kötülüğe yardımcı pazara çıkmak Herkese rezil atsan yere düşmez Çok kalabalık, yürünecek gibi ile kuyu kazmak Zor denecek bir işi yetersiz araç ve gereçlerle başarmaya ipliğe dönmek Aşırı derecede zayıflamak, kilo vermek. "O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş."İğne yutmuş Çok bitkin ve sıkıntılı kişi .İğneli söz Dokunaklı, kırıcı, üzücü söz. "O iğneli sözlere ben bile dayanamazdım doğrusu."İki ahbap çavuşlar Hemen her yerde birlikte görülen, birbirlerinden ayrılmayan iki arkadaş, arada bir derede kalmak Sıkışık, zor şartlar altında kalmak.İki ayağını bir pabuca sokmak Bir kimseyi, bir işi yapması için zorlamak, sıkıntıya cami arasında kalmış beynamaza dönmek İki yoldan hangisini tutacağını; şöyle mi, böyle mi yapacağını bilememek; şaşırıp bir şey yapamaz çift söz etmek Bir araya gelip birkaç söz söylemek."Ne zamandır seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik."İki cihanda yüzü ak olmak Doğru ve faziletli yaşayıp dünya ve ahirette mükafat dirhem bir çekirdek Çok şık, özenli giyinmiş kimse. "Bugünkü toplantıya iki dirhem bir çekirdek gelmiş."İki eli birinin yakasında olmak Ahrette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını eli kanda olsa Ne kadar önemli olursa olsun, elindeki iş hiç bırakılamayacak derecede olsa bile. "Söyleyin ona, iki eli kanda olsa da durmasın gelsin."İki gözü iki çeşme Sürekli, çok ağlayarak. "Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş."İki paralık etmek Değerini, onurunu çok düşürmek. "Seni arlanmaz utanmaz seni, beni iki paralık ettin, senin yüzünden topluma çıkamaz oldum!"İki rahmetten biri Ağır hasta olan birisi için "ya şifa, ya ölüm" anlamında sözü bir araya getirememek Düşüncelerini, duygularını düzgün bir biçimde anlatamamak, güzel konuşma becerisinden yoksun yakası bir araya gelmemek Geçim sıkıntısı içinde olmak ve borçtan kurtulamamak, gelir ve giderini denkleştirememek. "Bilmiyorum ne zaman iki yakamız bir araya gelecek."İki yakası bir yere gelmez Bir türlü düzene kavuşamaz .İkili oynamak Birbirine karşı olanlardan hem birini, hem ötekini çıkarı için destelemek. "Sendika başkanı ikili oynuyormuş."İkisini bir kazana koysan kaynamazlar Birbirine zıt insanları anlatmak için kullanılır. Ikınıp sıkınmak İş yapmak için kendini zorlamak .Ikınıp sıkınmak Bir işi yapabilmek için kendini çok zorlamak. "Ikınıp sıkınarak özür diledi."İleri geri konuşmak Yersiz, kırıcı, yaralayıcı biçimde gitmek Söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak; gereksiz, aşırı davranışta bulunmak ve haddi aşmak. "O saygısız adamın daha fazla ileri gitmesine fırsat verilmemelidir."Ilıca ördeği Sıcağa ve rahata düşkün .İlk göz ağrısı İlk sevilen .İlk göz ağrısı 1. İlk doğan çocuk. 2. İlk gelmek Merhamete gelmek 1. Hak dini olan İslâm'ı kabul etmek. 2. En sonunda doğruyu söylemek. 3. Önceden kabul etmediği şeyi sonradan kabul edip uymak. "İmana gel, tövbe et ki öbür dünyada mutluluğa eresin."İn cin top oynamak Issız, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canlı yaratık bulunmamak. "Adada in cin top oynuyordu sanki."İnce eleyip sık dokumak Titizlik göstermek, bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden geçirmek. "O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil, kaygılanma."İncir çekirdeğini doldurmaz Çok az veya pek önemsiz. "Ne akılsız adam bunlar, kavga etmelerine sebep olan mesele incir çekirdeğini doldurmaz bile, ayırın şunları."İngiliz tabancası gibi kurulmak Çalım satmak, inmek Felç olmak, bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek. "Adamın sağ yanına inme inmiş diyorlar."İnsan / insanlık hali "Olabilir, doğaldır, hoş karşılamak gerekir" anlamında eti yemek Birini evladı İyi, anlayışlı, ahlak sahibi insan. "İnsan evlâdı olmasaydı, tanımadığı birine onca yardım yapar mıydı?"İnsan sarrafı olmak İnsanların karakterini çabucak anlayacak duruma gelmiş olmak. "Dedem insan sarrafıdır, onu bir görse ne biçim bir adam olduğunu hemen anlayıverir."İnsanlıktan çıkmak 1. Çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış olmak. 2. İnsanî niteliklerini yitirmek, insana yakışmayacak davranışlarda korkusunu boynuna almak Ölümü göze çekmek Asarak un sermek Gevşemek, bahane uydurup işten kaçınmak .İpe un sermek İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller koparmak Bağlı bulunduğu yer ya da kişi ile ilişkisini kesmek, aradaki anlaşmazlığı sapı yok Birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız, işsiz, yersiz yurtsuz, saçma sapan. "İpi sapı yok bu sözlerin, daha inandırıcı olmalısın."İpin ucunu kaçırmak Bir yeri yönetmede veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü kaçırıp, artık duruma hakim olamamak; çıkmaza girmek. "Biraz daha dikkatli olmalıyız, yoksa ipin ucunu kaçıracağız."İpiyle kuyuya inilmez Kendisine güvenilmez, ona güvenilerek bir işe girilmez. "O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çıkmam ben."İple çekmek Zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek, çok istemek. "Yarını iple çekiyorum."İpucu vermek Aranılan şeyi bulmaya yarayan işareti, onu açıklamaya yarayan bilgiyi vermek. "Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyeceğim."Irağı yakın etmek Güçlükleri ortadan kaldırmak .Irağı yakın etmek Yapılması, gerçekleşmesi zor olan işleri, tüm güçlükleri yenerek gibi çalışmak Çok çalışmak .Irgat pazarına döndürmek Bir yeri dağınık ve karışık hale sokmak .İş ayağa düşmek İş sorumsuz, yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak. "Bunlar da işi iyice ayağa düşürdüler."İş başa düşmek Beklediği yardım gelmeyince, kendi işini kendisi yapmak zorunda kalmak. "İş başa düştü desene!.."İş çatallanmak çatallaşmak Bir işin sonuca oluşması konusunda türlü güçlüklerle karşılaşmak, ya da çeşitli seçeneklerle yüz yüze gelmek, sonuca nasıl ulaştırılacağı bilinemez olmak. "İş gittikçe çatallaşıyor, sense aldırmıyorsun bile."İş çığırından çıkmak Bir iş asıl amaçtan çıkarak düzelmesi güç bir durum almak, bir bozukluk ve kargaşalık baş inada binmek Bir işi yapmakta sarpa sarmak İş, içinden çıkılması zor bir durum almak; engellerle karşılaşmak. "İşler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan."İş yok O şeyde yarar yok, faydası olmaz. "O arabada hiç iş yok, almaya değmez."İsabet etmek 1. Nişan alınan yere değmek, rastlamak. 2. Çıkmak. 3. Yerinde iş görmüş olmak. "Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz."İşe koşmak Birini bir iş yapmak üzere görevlendirmek, ağırdan almak Acele etmemek, bir işi yapmak için isteksiz görünmek. "Söyle onlara, işi ağırdan almasınlar, müşteriler mal bekliyor."İşi Allah'a kalmak Güç şartlar altında, beşerden hiçbir yardım umudu kalmamak. "Kime baş vurduysa bir sonuç alamadı, artık işi Allah'a kalmıştı."İşi azıtmak Yanlış ve aşırı yollara sapmak. "Bu çocuk da işi iyice azıttı."İşi başından aşmak Pek çok işi olmak, iş içinde bitmek 1. Hâli, gücü kalmamak. 2. Yaptığı işi sona ermek. "Git de bak, babanın işi bitmiş mi?"İşi duman olmak İşi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda düşmek Birinin yardımına ihtiyaç duymak. "Eh, onun da bize işi düşecek bir gün."İşi iş olmak İşi yolunda, iyi olmak; halinden memnun bulunmak."İşi iş adamın, baksana yan gelip yatıyor her gün."İşi sıkı tutmak Gevşekliğe yol açmamak, işe gereken önemi vermek ve sağlıklı yürümesini sıkışık olmak İşi çok ve külfetli olmak .İşi tıkırında olmak İşi çok uygun ve iyi olmak. "O konuşmayacak da ben mi konuşacağım, işi tıkırında adamın."İşi yokuşa sürmek Yapılabilir, görülebilir işi yapmamak için güçlük çıkarmak, bahaneler ileri olmak Bir süredir yaptığı işi elinden gitmek, görevini yitirmek. "Haydi canım, yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa işinden olacaksın."Işığı altında Bir durum veya düşüncenin konuyu aydınlatmasından yararlanarak, onu göz önünde göstermek Yol göstermek .Işık tutmak 1. Karanlık bir yeri ışıkla aydınlatmak. 2. Bilgisiyle, düşüncesiyle bir konuya açıklık getirmek, tutacağı yolu göstermek. "Yapılan kazılar geçmişe ışık tutuyor."Isıtıp ısıtıp önüne koymak Bir konuda ikide bir söz ısıtıp önüne koymak Daha önce meydana gelmiş bir olayı ya da bir işi bir düşünceyi yeniden, sık sık tekrarlamak. "Yıllar önce yaşanmış olayları neden ısıtıp ısıtıp önüme koyuyorsun anlamıyorum."Iska geçmek 1. Hedefe isabet ettirememek, vuramamak. 2. Üzerinde durmamak, önem vermemek, atlamak. "Bu sefer de ıska geçersen kaybedeceksin."Iskartaya çıkarmak İşi yaramaz, değersiz bularak bir yana atmak. "Beni hiç kimse ıskartaya çıkaramaz."Iskartaya çıkmak vermek Vapura binmek, vapurdan inmek için iskeleyi atmak Uydurarak söylemek, tutarı olmayan sözler sarf etmek. "Ona sakın inanmayın, işkembeden atıyor."Islah etmek Hatası, yanlışı olan kimseyi yola getirmek, doğru olanı görmesini sağlamak. "Allah seni ıslah etsin, ne zaman düzeleceksin!"İsmi var, cismi yok 1. Sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığını anlatmak için kullanılır. 2. Adı olmasına karşılık görevini ve etkinliğini yerine getirmeyen, varlığı ile yokluğu arasında bir fark yan cebime koy Rüşvet konusunda alay yollu el çektirmek Görevden uzaklaştırmak. "Yolsuzluk yaptığı iddiası ile işten el çektirdiler ona."İster istemez 1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. İstemesi üzerine, hiç vakit geçirmeden, istediği anda. "İster istemez ben de ona bağırdım."İstifini bozmamak Bir olay karşısında aldırış etmemek, durum ve davranışını hiç değiştirmemek. "Karşıma geçmiş avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bense istifimi bozmadan bekledim."İt sürüsü kadar Gereğinden fazla, oldukça çok, kalabalık. "İt sürüsü kadar adam, nasıl başa çıkacağız bunlarla."İte kaka Zorla, güçlükle. "Adamı her sabah ite kaka işe götürüyoruz."İtibar kazanmak Saygınlık görmek, kendisine değer köye dönmek Sakinleşmek, tenhalaşmak .Ivır zıvır Önemsiz etmek 1. Hastalıktan kurtarmak, sıhhatine kavuşturmak. 2. Yerinde bir davranışta bulunmak. 3. Bir şeyi gizlice almak, kendisine mal gözle bakmamak Birisi hakkında iyi düşünmemek, kötü niyet beslemek. "Komşuları ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadılar."İyi gün dostu İyi günlerde ortaya gün dostu Dostlarının sıkıntılı günlerinde onlardan kaçan kimse. "Bize iyi gün dostu gerekli değil."İyi saatte olsunlar Cinlerden söz edilirken iyiye belirsiz olmak İz bIrakmadan silinmek Yok olmak, ortadan kaybolmak. "Çiçek hastalığının bu kasabada izi silindi hemen hemen, çünkü çocuklar aşılanıyorlar."İzinden yürümek Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen düşmek Anlamak, kavramak. "Jeton yeni düştü, espriyi şimdi anladım."Jeton düşmemek / takılmak Söylenenleri, olup bitenleri geç düşmek Bir konuyu, sorunu ya da düşünceyi geç ve güç anlamak. "Jetonu geç düşüyor galiba, şaka yaptığımızı anlamadı hâlâ."Jurnal etmek Biriyle ilgili, yetkili kimselere kötülemede bulunmak; yazılı, sözlü ihbarda birinin başına başında patlamak Birçok kimsenin ilgili olduğu olaydan yalnızca bir kimse zararlı çıkmak; beklenmediği halde, bir işin zararlı sonucuna tadı vermek Bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak. "Senin bu şakaların da artık kabak tadı vermeye başladı."Kabak tadývermek Devamlýýsrarlý býktýrmak Kabasını almak Bir yerin temizliini üstünkörü azabı çekmek Çok sıkılmak, eziyet çekmek. "Kabir azabı çekmeye daha ne kadar devam edeceğiz?"Kabına sığmamak Sevinç ve heyecanından taşkın hareketlerde çekilmek Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek. "Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi."Kaçın kurrası Birinin hiçbir oyuna gelmeyecek kadar açık göz ve akıllı olduğunu anlatmak için dengi Davranışları, anlayışları, dünya görüşleri birbirine uymuş kimselerden her biri. "Kafa dengi bir arkadaşa öylesine ihtiyacım var ki."Kafa patlatmak Bir konu üzerinde pek çok düşünmek, zihin yormak. "Bu makine üzerinde az kafa yormamışsın, öyle karışık ki."Kafa tutmak Karşı gelmek, direnmek, boyun eğmemek. "Her önüne gelene kafa tutmakla bir yere varacağını mı sanıyorsun?"Kafadan atmak Bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rast gele konuşmak. "Derse hiç çalışmadığın belli, öyle kafadan atıyorsun ki…"Kafadan kontak sakat Düşüncesiz, delice işler yapan, aklı kıt. "Bırak şu elindeki baltayı, kafadan kontak mısın nesin?"Kafası almamak 1. Anlayıp kavrayamamak. 2. Zihin yorgunluğundan ötürü anlayamaz olmak. 3. Olabileceğine inanmamak. "Boşuna nefes tüketme, kafası almaz onun."Kafası işlemek çalışmak Bir konu üzerinde kavrayışı çok iyi kazan gibi olmak, veya kafası şişmek 1. Zihni yorulmak. 2. Gürültülü, patırtılı şeyler dinlemekten rahatsız olmak, yorgunluk duymak. "Kesin artık şu makinenin sesini, kafam kazan gibi oldu."Kafası kızmak Çok öfkelenip sinirlenmek. "Kafamı kızdırmadan çekip gidin buradan."Kafası yerinde olmamak 1. O anda kafası çok yorgun olmak. 2. Başka şeyler düşündüğünden, o anda konuşulana hemen intibak edememek. "Kusura bakmayın, ne söylediğinizi anlayamadım, kafam yerinde değildi de."Kafasına dank etmek demek Çoktandır anlayamadığı bir meseleyi bir olay sebebiyle birden bire kavramak, doğruyu koymak Bir şeyi yapmaya kararlı olup zamanını beklemek. "Yarın onunla görüşmeyi kafama koydum."Kafese girmek 1. Hapse girmek. 2. Aldatılmak, hile yoluyla kendisinden çıkar sağlanmak, oyuna gelmek. "Zavallı kafese girmekten kurtulduğunu sanmıştı."Kafese koymak Tuzağa düşürüp çıkar dökmek Düşüncelerini, duygularını yazıya üzerinde kalmak Yapılması kararlaştırıldığı halde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak. "O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kağıt üzerinde kaldı."Kağıt üzerinde kalması Bir anlaşmanın resmiyette kalması,tatbik edilmemesi .Kalbini kırmak İncitmek, küstürecek kadar üzmek, gönlünü kırmak, gücendirmek. "Onu, kalbini kırmadan uyarmaya çalış."Kalbur üstü Benzerleri arasında üstün, seçkin, su taşımak Verimsiz, verim alınamayacak, olmayacak bir işle mühendisi İşsiz güçsüz, sokaklarda dolaşan almamak Önemsiz görmek, sözünü etmeye değer bulmamak. "O, kale alınacak bir insan değil."Kalem efendisi Kalemde çalışan görevli, oynatmak 1. Yazı yazmak. 2. Bir yazıyı düzeltmek. 3. Bir yazıda değişiklik yapmak."Ben senin gibi kalem oynatmayı beceremiyorum."Kaleyi içinden fethetmek Meseleyi karşı taraftan birinin yardımıyla halletmek .Kaleyi içinden fethetmek Karşı taraftan birinin yardımını alarak davasını basmak Bir şeye bütün içtenliği ile güvenmek, bir şeyi doğrulamak. "Kalıbımı basarım ki o, bu işi yapmamıştır."Kalıbının adamı olmamak Görünüşünden bekleneni yapamaz olmak, umulanı ortaya kalıba girmek 1. Sık sık iş değiştirmek. 2. Çıkar sağlamak için değişik kılıklara kazanmak Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek. "Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz."Kambersiz düğün olmaz olur mu? "Bir toplantı, eğlence veya iş, en çok ilgili kişiler bulunmadan yapılırsa tadı çıkmaz" anlamında alay yollu üstüne kambur kambur kambur üstüne "Sıkıntı üstüne sıkıntı, terslik üstüne terslik, borç üstüne borç, aksilikler birbirini kovalıyor" anlamında çıkmak Çok çalışmış olmak .Kan ağlamak Büyük bir üzüntü içinde olup yakınmak. "Dört çocuk tek başıma kaldım, çaresizim, içim kan ağlıyor ama kimseye açılamıyorum."Kan akıtmak Kurban başına sıçramak beynine çıkmak Çok sinirlenmek, öfkelenmek. "Kan başına sıçramıştı, sağa sola bağırıp duruyordu."Kan çanağı gibi Çok kızarmış olma çıkmak Cinayet işlenmek, kan dökülmek. "Şu adamı götürün gözümün önünden, yoksa kan çıkacak."Kan dökmek Ölüme yol açmak, yaralanıp ölmek veya birini yaralayıp gövdeyi götürmek Çok kan akıtılmış olmak, çok insan öldürülmek. "Düşmanla göğüs göğüse gelmiştik, biliyordum ki birazdan kan gövdeyi götürecek ve pek çoğumuz ölecekti."Kan gütmek Kan dökerek öç almayı kusmak Çok eziyet, sıkıntı kusturmak Çok büyük sıkıntı ve eziyet çektirmek. "Bana kan kusturmaya yemin etmişler, haydi görelim."Kan ter içinde kalmak Çok ter içinde kalmak Çok yorgun, terli, bitkin ve perişan durumda olmak. "Elindeki kazmayı bırakmaya niyetli değildi, kan ter içinde kalmış bedenini doğrultarak yüzüme baktı."Kan tutmak 1. Kan görünce bayılmak. 2. Adam öldüren kimse korku ve heyecandan şok geçirmek, kaçamamak, olduğu yere yığılıp susamak Birini öldürme hırsı içinde olmak. "Bırak elindeki bıçağı dedim ama dinletemedim, kana susamış gibiydi."Kanadı altına almak Korumak, gözetmek, himayesi altına almak. "Yeğenini kanadının altına aldı."Kanat germek Birini korumak, gözetimi altına takmak Bir kimsenin zararı, kötülüğü için temenna Eli yere kadar uzatarak yapılan ağır Davranışları yavaş, sevimsiz, konuşması insana sıkıntı veren, hoşa gitmeyen bozuk Soysuz, iğrenç işler yapmaktan geri durmayan. "Toplum bu kanı bozuk insanlardan temizlenmelidir."Kanı kaynamak 1. Hareketli, coşkun olmak. 2. Birine içten bir sevgi beslemek, yakınlık duymak. "Çocuğa, ilk rastladığımda kanım kaynamıştı."Kanı pahasına Yaralanmayı veya öldürülmeyi göze alarak. "Kanım pahasına da olsa, o adamlara, buradan adımlarını attırmayacağım."Kanı sıcak Sevimli, kendisini sevdiren, sempatik, girmek 1. Birini öldürtmek veya öldürmek. 2. Bir şeyi harcamak, ziyan susamak Belasını aramak, kendisinin öldürülmesine yol açacak bir davranışta bulunmak. "Kanına mı susadın sen, o katilin üstüne böyle gidilir mi hiç!"Kanını emmek Hiç insaf etmeden sömürmek, varını yoğunu elinden almak."Yıllardır kanımızı emiyor bu soysuz herifler!"Kanıyla ödemek Yaptığı işin cezasını hayatıyla ödemek. "Yaptığını kanıyla ödettiler zavallıya."Kanlı bıçaklı olmak Birbirlerinin kanını dökecek, birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşman olmak. "Küçücük bir tarla yüzünden kanlı bıçaklı olduk."Kanlı canlı Sağlıklı, sapasağlam, dinç ve diri olduğu yüzünden belli olan. "Kanlı canlı oluncaya kadar hastanede tutuldum."Kapağı atmak Gitmek,yerleşmek .Kapağı atmak Sıkıntılı bir yerden kurtulup rahat edeceği bir yere kavuşmak; uygun bir yere yerleşmek, işe girmek. "Evimize kapağı attık mı tamam, gel keyfim gel o zaman."Kapalı kutu İçinde ne sakladığını belli etmeyen, niteliği gizli dışarı etmek Kovmak, dışarı atmak. "Ben de bu evin insanıyım, beni kapı dışarı edemezsiniz!"Kapı kapı dolaşmak 1. Ev ev gezmek, her eve uğramak. 2. Hemen her devlet dairesine başvurmak. "Kapı kapı dolaştı, ne var ki bir iş bulamadı."Kapısında büyümek Birinin evinde eğitim görüp yetişmek. "Onun kapısında büyümüştü, ona bu kötülüğü nasıl yapmıştı aklı almıyordu."Kapısını aşındırmak Çok gidip aşındırmak İstediğini elde edinceye kadar birinin yanına çok sık gidip açmak 1. Başlama. 2. Bir işte birilerine örnek olmak. "Açık artırmada kapı bir milyon liradan açıldı."Kara çalı İki kişi, iki dost arasına girerek arayı bozan çalmak Birine iftira etmek, leke sürmek, haksız yere suçlamak. "Kadıncağıza yok yere kara çaldılar."Kara gün dostu İnsana sıkıntılı günlerinde yardım eden gerçek dost .Kara gün dostu Yalnız iyi günlerde değil sıkıntılı, üzücü, düşkünlük günlerinde de insanın yardımına koşan, dostunu yalnız bırakmayan bağlamak giymek Bir felaket dolayısıyla yas tutmak, siyah elbise giymek ya da siyah örtü koyunu sonra çıkar oyunu "Dış görünüşe aldanmamalı, bir kişi ya da iş olağan görünebilir, ancak altından neler çıkabileceği hiç belli olmaz, o sonra görünür." anlamında kılmak Dönüp dolaşıp o şeyin üstünde durmak, onu tercih etmek, birçok şeyi deneyip onu seçmek. "Ben bu elbisede karar kıldım."Karda gezip izini belli etmemek Kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli bir iş çevirmek, uygunsuz işler yapmak. "Onun ne biçim bir insan olduğunu bana sorun; o, karda gezer izini belli etmez biridir."Kardeş payı yapmak Eşit oranlarda bölmek, taksim etmek, paylaştırmak. "Çok açtılar, buldukları ekmeği oracıkta kardeş payı yaptılar."Karga tulumba etmek Birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup havaya kaldırmak. "Hep birlikte babalarını karga tulumba edip havuzun başına getirdiler."Kargacık burgacık Eğri büğrü, kötü, okunması güç, çarpık, düzensiz yazı.Karınca duası gibi Çok küçük, sık ve okunaksız, birbirine girmiş yazı.Karınca kararınca Az, önemsiz ve küçük de olsa, gücü yettiği kadar, elinden geldiğince. "Caminin yapımına karınca kararınca o da katkıda bulunmaya karar verdi."Karınca yuvası gibi kaynamak Çok kalabalık ve hareketli olmak bir yer. "Pasajın girişi adeta karınca yuvası gibi kaynıyordu."Karman çorman Karmakarışık, çok karışık, düzensiz, alt üst olup birbirine girmiş. "Ortalık karman çormandı, nereden işe başlayacağını bilemiyordu."Karnı geniş Hiçbir şeyi tasa etmeyen, titizlenmeyen, gamsız, karnına geçmek Çok acıkmak, çok zayıflamış olmak. "Günlerdir ağzına bir lokma koymamıştı, karnı karnına geçmiş ve bitap düşmüştü."Karnı tok olmak "O sözlerine kanmıyorum, önem vermiyorum" anlamında kullanılır. "Geç babam, geç bu sözleri, karnımız tok bu sözlere, paradan söz et sen, verecek misin, vermeyecek misin?"Karnı tok sırtı pek Geçimi iyi, hali vakti yerinde, para sıkıntısı olmayan, birinin yardımına ihtiyaç duymayan kimse. "Herkesin karnı tok sırtı pek olacaktır, bize güvenin!"Karnı zil çalmak Çok acıkmış olmak. "Bugün hiçbir şey yiyemedim, karnım zil çalıyor!"Karşı çıkmak 1. Gelenleri karşılamak üzere yola ya da kapı önüne çıkmak. 2. İleri sürülen fikrin, tutulan yolun yanlış olduğunu söylemek. "Her fikrime karşı çıkmak zorunda mısın?"Karşı durmak Bir güce boyun eğmemek, direnmek. "Düşmana karşı durmak boynumuzun borcudur."Karşı koymak Engel olmaya çalışmak, direnmek, güç kullanarak dayanmak, boyun eğmemek. "Hırsızlar polise silahla karşı koymaya çalıştılar."Kaş göz etmek Kaş ve göz hareketleriyle bir işaret vermeye, istediğini bu yolla anlatmaya çalışmak. "Kalabalıkta kaş göz ederek Hasan'ı çağırmayı düşündü."Kaş yapayım derken göz çıkarmak İşi düzelteyim, bir iyilik yapayım derken büsbütün bozmak ve büyük bir zarar yedirip, sapıyla göz çıkarmak Bir iyilik yaptıktan sonra, bu iyiliği hiçe indirecek bir kötülük altında gözün var dememek Yaptığını beğenmemek,takdir etmemek .Kasıp kavurmak 1. Bir afet çok zarar vermek, mahvetmek. 2. Baskı yaparak, kıyıcı davranışlarda bulunarak bir topluluğu ezmek; zulmetmek, ortalığı korku ve dehşet içinde bırakmak. "Eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başladılar!"Kaşla göz arasında Çok çabuk, kimsenin sezmesine fırsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde. "Kaşla göz arasında kapıverdi mendili."Kaşlarını çatmak Kızgın, öfkeli ve sinirli olduğunu kaşlarını birbirine yaklaştırarak göstermeye çalışmak. "Bana öyle kaşlarını çatıp durma!"Katı yürekli Acımasız, merhametsiz, acı veren şeylere aldırmayan. "Onun gibi katı yürekli bir insan daha görmedim desem yeridir."Kayıtsız kalmak Umursamamak, önem vermemek, ilgi göstermemek. "Onun bu kötülüklerine kayıtsız kalmak mümkün mü?"Kazan kaldırmak Yönetime karşı topluca karşı gelmek, baş kaldırmak. "Maden işçileri kazan kaldırmış diyorlar."Kazık yutmuş gibi Dimdik duran, oturan, yürüyen.Kazın ayağı öyle değil "Durum, mesele senin sandığın gibi değil" anlamında kaçırmak Düşünme yeteneğini kaybetmek, aklını oynatmak, delirmek, bunalım içinde olmak. "Doktor, keçileri kaçırmış diyorlar!"Kedi ciğere bakar gibi bakmak İmrenerek, iştahla, ele geçirme isteği ile gibi dört ayak üstüne düşmek En zor, en tehlikeli durumdan zarar görmeden ile harara girmek Geçimsiz biriyle ortaklık etmek .Kedi olalı bir fare tuttu İlk defa, neden sonra kendisinden beklenen bir iş yapabildi. "Temsilcimiz, nihayet kedi olalı bir fare tuttu, yüklü bir iş yakaladı."Kefeni yırtmak Ağır bir hasta ölüm tehlikesini atlamak. "Üzülmeyin, kefeni yırttı büyük anneniz."Kel başa şimşir tarak Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için görünmek Bir kabahati, kusuru ortaya götürür gibi Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koltuğuna almak Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak. "Kelleyi koltuğuna alıp düşman karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değil."Kem küm etmek Anlatmak istediğini açık seçik ifade edememek, bir soru karşısında bocalayıp cevap bulamayarak anlamsız sözler söylemek. "Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!"Kemerleri sıkmak Tutumlu davranmak, açlığa ve susuzluğa katlanmak. "Kemerleri sıktıra sıktıra millette hâl bırakmadılar."Kendi göbeğini kendi kesmek İstediği yardım gelmeyince kendi işini kendi yapmak durumunda kalmak. "O her zaman kendi göbeğini kendisi kesmiş, kimseden yardım beklememiştir."Kendi halinde olmak Sessiz, hiçbir şeye karışmayan, karışmak istemeyen, sakin kimse. "Yazık olmuş, kendi halinde biriydi, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı."Kendi kendine gelin güvey olmak Başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan, bir işi sadece kendi başına tasarlayıp olmuş sayarak sevinmek. "Kendi kendine gelin güvey olmayı bırak, bakalım kız ne diyecek bu işe."Kendi kendini yemek İstediği iş olmadı diye gizli gizli üzülmek, kaygı duymak. "Kendi kendimi yedim bitirdim bu iş yüzünden."Kendi yağıyla kavrulmak Elindekiyle yetinmeye, kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışmak; ihtiyaçlarını kendi karşılayarak kimseden yardım istememek. "Nasıl olalım, kendi yağımızla kavrulup gidiyoruz işte…"Kendinden geçmek 1. Kendini kaybetmek, bayılmak, bilinci işlemez olmak. 2. Sevindirici bir olay karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak. "Dün gece bizim adam yine kendinden geçti, hastaneye zor yetiştirdik."Kendinden pay paha biçmek Bir durumu kendi durumu ile gelmek 1. Sarhoşluktan, bayıldıktan sonra ayılmak. 2. Aklı başına gelmek. 3. Bozuk olan durumu düzelmek. "Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!"Kendine yedirememek Yapılan bir işi onur kırıcı görüp, kişiliğine dokunmuş sayarak tepki göstermek; kendisinin başkasına yapması söz konusu olan işi, kişiliği için uygun görmeyip yontmak Karşısındakileri düşünmeden kendi çıkarına göre davranmak .Kendine yontmak Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yönde hareket etmek. "Hep kendine yontma, biraz da bizi düşün, biz de insanız!"Kendini ağır satmak Kendisinden yapılması istenen işi, birçok ricadan, birçok ısrardan sonra yapmayı kabul etmek. "Kendini ağır satmakla adam olduğunu mu kanıtlayacak?"Kendini alamamak İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak, yapmamayı edememek, kendini tutamayıp yapmak. "O pastayı yemekten kendimi alamadım işte!"Kendini ateşe atmak Bilerek zor ve tehlikeli bir işe girişmek. "Kendisini ateşe atmasına izin mi vereceksiniz?"Kendini bulmak 1. İyi bir duruma kavuşmak. 2. Kişilik kazanıp olgunluğa erişmek. 3. Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak. "Nihayet kendimi buldum, bundan böyle ekonomik sıkıntı çekmeyeceğim."Kendini dev aynasında görmek Kendisini olduğundan büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek. "Kendini dev aynasında görmekten ne zaman vazgeçeceksin?"Kendini dinlemek 1. Önemsiz, küçük rahatsızlıkları büyütmek; hastalık kuruntusu içinde bulunmak. 2. Yalnız, sakin kalmak. "Uzun bir süre kendimi dinledim, olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim."Kendini göstermek 1. Ortaya çıkmak, belirmek. 2. Beğenilecek, takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek. "Uzun bir aradan sonra sergi açmaya, kendini göstermeye karar verdi."Kendini kaptırmak Bir şeyin etkisinden kendini kurtaramamak. "Bu yaştan sonra kendimi sigaraya kaptıracağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu."Kendini kaybetmek 1. Düşüp bayılmak. 2. Kızgınlık, öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hale gelmek. "Bir iki söz söyledikten sonra kendini kaybetti, oraya yığılıverdi."Kendini toplamak 1. Kötü, bozuk olan durumunu düzeltmek. 2. Bir konu üzerinde dikkatini yoğunlaştırmak. 3. Şişmanlamak. "Bizim oğlan kendini iyice toparladı, şimdi ev almayı düşünüyor."Kendini tutamamak Bir durum karşısında sessiz ve heyecana kapılmadan durmayı başaramamak, kendine hakim olamamak. "Kendimi tutamadım, ben de ağlamaya başladım."Kendini vermek Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka şeylerle ilgisini kesip yalnızca onunla ilgilenmek, bir şeyi tüm gücüyle yapmaya çalışmak. "İşe henüz kendini vermiş sayılmaz."Kene gibi yapışmak Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak. "Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu."Kesenin ağzını açmak Bol para harcamaya başlamak. "Babam kesenin ağzını açtı nihayet."Keyfinin kahyası olmamak Birisine karışmaya hakkı olmamak, istediği gibi yaşamasına engel olmamak. "O benim keyfimin kahyası olamaz, ben dilediğim gibi yaşarım, karışamaz bana!"Keyif çatmak Neşeli olmak, hoş ve eğlenceli zaman geçirmek. "İşi nihayet bitirmiştik, sıra keyif çatmaya gelmişti."Keyif ehli Rahatına düşkün kimse, zevkinden bol bol yararlanan. "Oldukça rahat, keyif ehli bir insandı."Kilit noktası Bütün işlerin çözümlenmesi ona bağlı olan önemli unsur, üzerinde durulması gereken en önemli nokta, makam veya vurduya gitmek Bir kargaşa anında ve kalabalık arasında kimin tarafından vurulduğu veya dövüldüğü belli eyvallah etmemek Kimseye minnettar eyvallah etmemek Kimseden yardım ve iyilik beklememek, kimsenin minneti altına girmemek. "Bu yaşa kadar kimseye eyvallah etmedim, bundan sonra da edecek değilim."Kirişi kırmak Kaçıp gitmek, bulunduğu yerden gizlice ve çabucak ayrılmak. "Kavga başlayınca kirişi kırarım diye düşündü."Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek Ayıp, suç ve kusurlarını, gizli kalmış yolsuzluklarını açığa çıkarmak; açıklamak, söylemek. "Kirli çamaşırları ortaya dökülünce ne yapacağını şaşırdı."Kitaba el basmak Elini kutsal kitap olan Kur'ân-ı Kerim üzerine koyarak yemin uydurmak Yasal olmayan bir işi kimi boşluklardan yararlanarak yasalmış gibi göstermek. "İşi kitabına uydurmuşlar, çok zengin olmuşlardı."Kıl payı kalmak Çok az, az bir fark kalmak. "Araba o hızla virajı alamadı, uçuruma yuvarlanmasına kıl payı kalmıştı."Kılı kırk yarmak Titizlenmek, çok dikkat ederek en ince ayrıntılarına kadar incelemek, önemle üstünde durmak. "Bir malı almadan önce kılı kırk yararcasına evirir çevirir ve öyle alırdı."Kılına dokunmamak Bir kimseye, zarar verebilecek en ufak davranıştan bile kaçınmak. "İnan anne, kılına bile dokunmadım kardeşimin!"Kılını bile kıpırdatmamak veya oynatmamak Bir durum karşısında en küçük bir tepki bile göstermemek, ilgisiz kalmak, harekete geçmemek. "Onca insan üstüme yürüdü ama o kılını bile kıpırdatmadı."Kınalar yakmak Çok girmek 1. Daha önce bulunan şey bulunmaz olmak. 2. Hayvanlar ya da insanlar arasında öldürücü bir hastalık yayılmak. "Kıran girdi, bütün koyunlar telef oldu."Kırık dökük 1. Eski çürük, sağlam olmayan, değersiz şey. 2. Düzgün olmayan, parça parça, dağınık söz. "Şu kırık dökük eşyaları ortadan kaldırın hemen!"Kırıp geçirmek 1. Yakıp yıkarak, baskı yaparak, öldürerek büyük zarar vermek. 2. Çok sert davranarak darıltmak. 3. Garip olan söz ve davranışlarıyla herkesi güldürmekten dereden su getirmek Birini kandırmak için çok dolambaçlı gerekçeler ileri sürmek, ikna edebilmek için çok uğraşmak. "Ne inatçı adammış, bir evet demek için kırk dereden su getirtti bana."Kırk tarakta bezi bulunmak Birbirinden farklı birçok işle uğraşmak, birçok ilişkisi bulunmak, gizli ilişkileri olmak. "Ne iş yaptığı belli değil, kırk tarakta bezi var adamın."Kırklara kırışmak Bir kimse artık ortalıkta görünmez açılmak 1. Kazancı artıp bolluğa erişmek. 2. Bir kızı isteyenlerin çoğalması. "Bu miras kızın kısmetini de açtı hani!"Kısmetini nimetini ayağıyla tepmek Kavuşacağı iyi bir durumu, kıymetini bilmeyerek reddetmek; istememek, hisse almak Bir olaydan, anlatılan bir hikâyeden ders kanaat geçinmek Yoksulluk içinde, zar zor ve güçlükle geçinmek. "Bir zamanlar biz de kıt kanaat geçiniyorduk."Kıvamına gelmek bulmak En uygun zamanında olmak, gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, istenilen duruma kopmak 1. Kıyamet günü gelmek. 2. Bir yerde çok gürültü ve patırtı kavga, telaş olmak. "Kıyamet günü gelecek ve insanlar sonunda hesaba çekilecekler."Kızarıp bozarmak Utanarak renkten renge girmek, kimi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek. "Pot kırdığını anlayınca ne yapacağını şaşırdı, kızarıp bozaran yüzünü kapatmaya çalıştı."Kızıl kızılca kıyamet kopmak Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak. "Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu."Kof çıkmak İşe yaramadığı, sanıldığı gibi olmadığı, boş ve değersiz bir kişi olduğu salmak 1. Bir yere iyice, ayrılmamacasına yerleşmek. 2. İyice tutunmak, köklenmek, sağlamlaşmak, yayılmak. "Onun sevgisi, içine iyice kök salmıştı."Kök söktürmek Uğraştırmak, güçlük çıkarmak, engel olmak. "O takıma kök söktürmeye yemin ettik."Köküne kibrit suyu dökmek Bir daha belirmeyecek, ortaya çıkmayacak biçimde yok etmek, ortadan çıkmak Gizli yapılmış bir iş, daha sonra herkes tarafından bilinir olmaya başlamak. "Bu işin kokusu çıkar diye korkuyorum."Kol kanat olmak Yardım etmek, gözetmek, bir kimseyi koruyuculuğu altına etmek Çevresini ya da kendisinden istenilen yeri dolaşıp ne var ne yok diye bakmak, olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak. "Bir kişi etrafı şöyle bir kolaçan etsin de gelsin."Koltukları kabarmak Kendisine ya da yakınlarına yapılan övgüden ötürü kıvanç duyup büyüklenmek, böbürlenmek. "Oğlun oldukça becerikli dedikleri zaman koltuklarım kabardı doğrusu."Kolu kanadı kırılmak Çaresiz duruma düşmek, bir şey yapamaz hale gelmek. "Kolu kanadı kırılmış bir vaziyette dolaşıyordu."Kont gibi Yakışıklı ve şık giyinmiş atmak Girişilen, başlanılan bir işten vazgeçmeye ya da geri dönmeye imkânı kalmayacak şekilde kesin bir davranış göstermek; ilişkileri bir daha kurulamayacak biçimde değneğini beller gibi Bir değişiklik, yenilik düşünmeden, hep aynı biçimde davrananların durumunu anlatmak için dövüşü Sonuç alınamayacak ve birbirini engelleyecek biçimde, bir birinden habersiz düzensiz ve uyumsuz kadı Sözünü esirgemeyen; doğru bildiğini hatır gönül dinlemeden her yerde, herkesin yüzüne karşı şeytanın işi yok Hep aksilikle karşılaşan kişiler tarafından sitem yollu olarak kullanılır. Korktuğu başına gelmek Endişe duyduğu, kaygılandığı, olmasını istemediği şeyle karşı karşıya gelmek. "Korktuğum başıma geldi, ne yapacağım şimdi ben!"Körü körüne Düşünüp taşınmadan, nasıl sonuçlanacağını hesaplamadan, dikkat etmeden. "Bu işe öyle körü körüne giremem, anladın mı?"Körün istedii bir gözAllah verdi iki göz Hayal ettiinden daha fazlasýna kavuþan kiþiler için kullanýlýr. Köstek olmak Engel kullanmak Suistimal etmek, yetkisini yanlış bir yolda kullanmak, istenilmeyen yolda yararlanmak. "Benim yumuşaklığımı kötüye kullandı."Koyun kaval dinler gibi Düşünmeden, hiçbir şeyi anlamadan, ne denildiğini kavramadan dinlemek. "Beni koyun dinler gibi dinleyip çekip gittiler."Kozunu paylaşmak Aradaki anlaşmazlığı zora başvurarak, üstün olan güce dayandırarak çözümlemek, sona erdirmek. "Onunla kozunu paylaşmaya can atıyordu."Kraldan çok kralcı olmak Birinin davasını ondan daha çok savunur açmak İhtiyaç sahibi birine sığınacak yer vermek, onu korumak. "Muhtaçlara kucak açmak insanlık görevidir."Küçük dilini yutmak Çok şaşmak, hayrete düşmek, donakalmak, hiçbir şey söyleyemez hale gelmek. "Ne o dostum, küçük dilini mi yuttun?"Küçük düşürmek Onurunu kırmak, birilerinin yanında itibarını sarsmak ve değerini düşürmek. "Dikkatli ol, bir pot kırıp da kendini küçük düşürme sakın."Küçük görmek Önemsememek, değer vermemek. "Hasmınızı sakın küçük görmeyin çocuklar!"Kukumav kuşu gibi Yapayalnız, tek kedisi 1. Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan kimse. 2. Uyuşuk, miskin, rahatına düşkün, kesilmek Heyecan ve korkudan yüzünün rengi atmak, solmak. "Katili karşısında görünce yüzü kül kesildi."Kul köle veya kurban olmak Tam bir doğruluk içinde gönülden bağlanmak, bağlılığın gerektirdiği fedakarlığı yapmaya hazır olmak 1. Bir şey bütünüyle yanmak. 2. Varını yoğunu yitirmek, elinde bulunanlar yok olmak. 3. Büyük bir felakete uğrayıp çok yutmak Kandýrýlmakoyuna gelmekKül yutmamak Oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek, kurnazca yapılan bir hileye aldanmamak. "Bana kül yutturamazsınız diyemem ama yeterince dikkatli olduğumu söyleyebilirim."Kulağı delik Olup bitenleri çabuk haber alan, hemen her şeyden haberi olan. "Ne kulağı delik adamdır o, ne öğreneceksen ona sor."Kulağı kirişte olmak Söylenecek sözü, gelecek haberi dikkatlice beklemek. "Kulağınız kirişte olsun, ne duyarsanız iletin hemen."Kulağına çalınmak Bir söz, bir haber başkasına söylenirken kendisi de şöyle böyle duymak. "Senin şehre gideceğin kulağıma çalındı, ne diyorsun?"Kulağına kar suyu kaçmak Rahatını bozan bir haber işitmek, sıkışık bir duruma küpe olmak Başına gelen bir işten, gördüğü olaydan ders alıp hiç unutmamak. "Umarım bu iş senin kulağına küpe olur da aynı hataya bir daha düşmezsin."Kulağını açmak Bütün dikkatini vererek dinlemek, söylenenlere dikkat etmek. "Kulağını aç da beni iyi dinle!"Kulağını bükmek Dikkatli olması için uyarıda çekmek 1. Uyarmak için hafif bir ceza vermek. 2. Ceza olarak kulağını büküp çekmek. "Şimdi bana kulağınızı çektireceksiniz!"Külahıma anlat "Söylediklerin hiç de inandırıcı değil, sana inanmıyorum" anlamında ters giydirmek Çok kurnaz olmak; oyuna getirmek, kendisine iyi davranmayanları bir hile ile yaptıklarına pişman değişmek "Araları bozulmak, bozuşmak" anlamında tehdit olarak kullanılır. "Hareketlerini düzeltmezsen külahları değişiriz, ona göre!"Kulak asmamak Aldırıp önemsememek, dinlememek. "Kulak asma sen onun söylediklerine."Kulak dolgunluğu Duya duya elde edinilen yarı buçuk kabartmak Çaktırmadan, belli etmemeye çalışarak dinlemek. "Dayanamayıp yanındakilerin konuşmalarına kulak kabarttı."Kulak kesilmek Çok iyi, bütün dikkatini vererek dinlemek; dikkatini toplayarak duymaya çalışmak. "Ne konuştuklarını merak ediyordum, yanlarına yaklaşarak kulak kesildim."Kulaklarını çınlatmak Birini iyi duygularla gibi oturmak Yorgunlukla takmak Bir kusur, bir bahane göğe savurmak Bir şeyi tamamiyle bitirip yok etmek, harcayıp tüketmek, telef edip bir şey kurmak Birini aldatmak için tuzak kurmak, gizli bir iş sokmak 1. Yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuş yağlı bez parçası koymak. 2. Ara bozacak bir söz ya da davranışta bozuk Eskiden kötü durumları görülmüş olan, kötü işlere girmiş bulunan. "Künyesi bozuk diye, bu adama hiç kimse iş vermeyecek mi?"Küplere binmek Haddinden fazla öfkelenme, kızmak, sağa sola ateş saçmak. "Yeni saatimi kırdığımı öğrenen annem küplere bindi."Küpünü doldurmak Eline geçen fırsatları değerlendirerek çok para biriktirmek. "Küpünü doldurmayı becerebilenlerden olamadım hiç."Kurban olayım 1. Aşırı sevgi ve hayranlık anlatmak için kullanılır. 2. Yalvarmak için söylenir. "Kurban olayım yavruma dokunmayın!"Kurdu koyunla barıştırrmak Kötü biriyle saf birini uzlaştırmak .Kürek kadar pabuç kadar dili olmak Hemen her söze cevap yetiştirmek, büyüklerine karşı saygısızca karşılıklar verir dizmek Ölüm cezasını askerî bir birliğin attığı kurşunlarla yerine getirmek, sıkılan kurşunlarla öldürmek."Bütün köy halkını kurşuna dizdiler!"Kurt masalı okumak İnandırıcı, gereksiz, asılsız sözler söylemek.Kurtlarını dökmek Öteden beri yapmak istediği şeyi bol bol yapıp hevesini almak. "Bu akşam biraz kurtlarımızı dökelim, ne dersin?"Kuru iftira Hiçbir kanıtı olmayan suçlama. "Allah kuru iftiradan korusun hepimizi!"Kuru kalabalık 1. Yararsız kırık dökük eşya. 2. Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu. "Bu kuru kalabalığa güvenip de sakın yola çıkma."Kuru kuruya Boşuna, boş sıkı 1. Korkutmak amacıyla söylenen sözler, blöf. 2. Yalnız barutla sıkılanmış tüfek veya fişek beyinli Akılsız, aptal, kadar canı olmak Küçük, cılız, zayıf, çelimsiz bir vücuda sahip sütüyle beslemek En pahalı, değerli az bulunur besinlerle yiyip uçmaz, kervan geçmez Çok ıssız, sapa, kır, insanın uğramadığı yer. "Başını alıp kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara gitti."Kuş uçurmamak Hiç kimsenin geçmesine, kaçmasına izin vermemek; imkân tanımamak, bunun için çok dikkatli davranmak. "Sıkı gözcülerdir, kuş uçurtmazlar, merak etme!"Kuvvetten düşmek kesilmek Gücü iyice basmak Birini tahrik etmek, incitip saldırmasına yol sallamak Yaltaklanmak, birisine yaranmak için yapmacık davranışlarda bulunup şirin görünmeye çalışmak. "Bütün gece boyunca şirket müdürüne kuyruk sallayıp durdu."Kuyruklu yalan İnsanın kanması için süslenmiş büyük yalan. "İnanmayın ona, söyledikleri kuyruklu yalandan başka bir şey değil!"Kuyusunu kazmak Birinin kötü duruma düşmesi, felakete uğraması, zarar görmesini sağlamak için zemin hazırlamak, tuzak kurmak. "Adamın kuyusunu kazıp da elinize ne geçecek."Laçka olmak Eskimek,işe yaramaz halde olmak .Laf söz altında kalmamak Bir münakaşa sırasında söylenen her dokunaklı söze karşılık vermek, söz altında söz aramızda "Söyleyeceğim sözleri başka biri duymasın, bilmesin, konuştuklarımız aramızda kalsın" anlamında kullanılır. "Laf aramızda, Ali yine öç alacağım demeye başlamış."Laf söz taşımak Aralarını açmak maksadıyla birinin bir kimse hakkında söylediği hoş olmayan sözlerini o kimseye ulaştırmak, söz getirip götürmek. "O laf taşıyıcı adamdan uzak durmalısın."Laf söz yetiştirmek Bir söze karşılık vermekte gecikmemek, durmadan söz yok "Kusursuz, eksiksiz, eleştirilecek bir yanı dahi yok" anlamında kullanılır. "Arkadaşıma laf yok, o mert mi mert biridir."Laf altında kalmamak Karşısındakinin sözünün altında kalmamak .Laf atmak 1. Dokunaklı sözlerle sataşmak, uzaktan işittirmek. 2. Karşılıklı söyleşmek, konuşmak. 3. Sözle sarkıntılık etmek. "Laf atarak beni sinirlendirmye çalışıyorlardı."Laf ebesi Çok konuşan kimseler için kullanılır. Laf ebesi Söyleyecek sözü bol olan, her söze karışan, herkese söz yetiştiren, çok konuşan. "Laf ebeliğini bırak da ne söyleyeceksen söyle!"Laf etmek 1. Konuşmak. 2. Bir şeyi dedikodu konusu yapmak. "Akşam buluşalım da iki çift laf edelim."Laf işitmek Birisi tarafından paylanmak, azarlanmak. "Çabuk ol, senin yüzünden laf işiteceğiz öğretmenden."Laf olsun diye Rastgele, belli bir amaç gütmeden. "Kızma canım, laf olsun diye söylemiştir o sözleri."Lafa boğmak Birinin söz söylemesine fırsat vermeyip meseleyi gereksiz ve boş sözlerle anlaşılmaz kılmak, gürültüye getirip tutmak Birini konuşarak, gereksiz meseleler anlatarak işinden alıkoymak. "Onu biraz lafa tutup oyalamaya başladılar."Lafı sözü ağzına tıkamak Birinin sözünü bitirmesine fırsat vermemek, onu susmak zorunda bırakmak, konuşmasını önlemek. "Ağzını açar açmaz lafı ağzına tıkadılar adamcağızın."Lafı sözü ağzında gevelemek Söylemek istediğini açık olarak bir türlü söyleyememek, şundan bundan bahsetmek. "Beni görünce ne diyeceğini şaşırdı, lafı ağzında gevelemeye başladı."Lafı sözü çevirmek Konuşmasının sakıncalı bir biçim aldığını fark edince söze başka bir yön vermek, başka konuya geçmek. "Beni görünce birden nasıl da sözü çevirdi."Lafı ağzında kalmak Söyleyeceğini söylemeye zaman bulamamak, konuşmasını sözünü bilmek Tutarlı ve mantıklı konuşmak, sakıncalı olmayan ve birini kırmayan sözler söylemek, saygılı ve yerinde konuşmak. "O daima lafını bilir bir insan olmuştur."Lafını sözünü etmek Bir şey üzerinde konuşmak. "Artık lafını etmeyin şu adamın!"Lahavle çekmek Sıkıntıyı, öfkeyi gidermek, sabır telkin etmek için "Lahavle" ile başlayan duayı okumak. "Lahavle çekmekden başka bir şey yapamadım."Lakke yapmak Başkasının hakkını çalmak .Lala paşa eğlendirmek Nazik kişileri eğlendirmeye çalışmak .Lamı cimi yok Bir konu üzerinde itiraz kabul etmediğini bildirmek için cimi yok "Hiçbir bahane, itiraz, mazeret, duraksama, karşı gelme yok" anlamında kullanılır. "Lamı cimi yok, bu akşam bize geleceksiniz, tamam mı?"Leb demeden leblebiyi anlamak Anlayışlı,zeki olmak .Leb demeden leblebiyi anlamak Daha sözün başında ne demek istediğini anlamak, anlayışlı ve kavrayışlı sıçratmak sürmek Suç yüklemek, birinin onurunu sarsacak biçimde iftirada çıkarmak Kıyasıya dövmek .Leşini çıkarmak Çok feci dövmek. "Beş kişiydiler, adamın leşini çıkardılar."Leşini sermek Öldürmek. "Ben de onun leşini sermezsem…"Leyleği havada görmek Çok dolaşanlara söylenen yuvadan attığı yavru Yakınlarından ilgi görmeyen, çevresinin uzaklaştırdığı tabiatlı Mızmız olan kişiler için söylenen tutulmuş gibi bocalamak Ne yapacağını kestirememek .Lök gibi oturmak Bir yere bütün ağırlığıyla çökmek, oturup kalmak. "Sedire lök gibi oturunca gacur gucur sesler duyuldu."Lokma ağzında büyümek Herhangi bir sebepten, acı ya da üzüntüden dolayı lokmasını yutamamak, yiyememek. "Ağzında lokmalar büyümeye başladı, gözleri dolu dolu oldu."Lokman hekimin ye dediği Güzel ve tatlı saymak Birinin ne kadar yediğine bakmak, çok yiyeceğinden paralamak Anlamını bilmediği halde,bilgiç konuşmak .Lügat paralamak Anlaşılmaz, süslü, parlak, ağdalı, konuşma dilinde geçmeyen kelimelerle konuşmak. "Lügat paralamak hoşuna gitmeye başlamıştı."Lülüye gelmek konmak Değerli bir şeyi emek harcamadan ele konmak Değerli bir şeyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçmek Aylığa geçmek, çalıştığı yerden ücret almaya başlamak. “Maaşa geçtiği günün ertesinde onu işten çıkardılar.”Maaşa geçmek Aylığa geçmek, çalıştığı yerden ücret almaya başlamak. "Maaşa geçtiği günün ertesinde onu işten çıkardılar."Madalyanın ters öteki yüzü Olumlu bir olay, iş ya da durumun düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz ters öteki yüzü Olumlu bir olay, iş ya da durumun düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz atmak Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap çevirmek. “Ona kolay kolay kimse madik atamaz.”Madik atmak Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap çevirmek. "Ona kolay kolay kimse madik atamaz."Mahalleyi ayağa kaldırmak Bağırıp çağırarak, gürültü kopararak konu komşuyu rahatsız etmek, telaşlandırmak. Mahalleyi ayağa kaldırmak Bağırıp çağırarak, gürültü kopararak konu komşuyu rahatsız etmek, telaşlandırmak. "Bağırıp durma öyle, mahalleyi ayağa kaldıracaksın."Mahkemelik olmak Kavga veya anlaşmazlık sonucu mahkemeye olmak Kavga veya anlaşmazlık sonucu mahkemeye düşmek. "Bu gidişle mahkemelik olacağız galiba."Mahşer gibi Çok kalabalık. Mahşer gibi Çok kalabalık. "Meydan mahşer gibiydi."Mahşer midillisi Kısa boylu, fitneci midillisi Kısa boylu, fitneci koyvermek Kendini tutamayıp kahkahayla gülmeye başlamak, uzun uzun koyvermek Kendini tutamayıp kahkahayla gülmeye başlamak, uzun uzun gülmek. "Yüzükoyun çamura düşen arkadaşını görünce makaraları koy verdi."Makas almak Birinin yanağını orta parmakla gösterme parmağı arasında almak Birinin yanağını orta parmakla gösterme parmağı arasında bulmuş mağribi gibi Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku bulmuş mağribi gibi Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku etmek 1. Bir malı hakkı olmadığı hâlde kendisininmiş gibi göstermek veya saymak. 2. Bir mala, bir değer karşılığında sahip olmak. Mal etmek 1. Bir malı hakkı olmadığı hâlde kendisininmiş gibi göstermek veya saymak. 2. Bir mala, bir değer karşılığında sahip olmak. "O tarlayı kendisine mal etmesine göz yummayacağım."Malın gözü 1. Aşağılık ve düzenci kimse. 2. İffetsiz. 3. İyi gözü 1. Aşağılık ve düzenci kimse. 2. İffetsiz. 3. İyi çıkarmak Yanlış bir yargıya varmak, bir söz ya da hareketten kendine göre bir anlam çıkarmak Yanlış bir yargıya varmak, bir söz ya da hareketten kendine göre bir anlam çıkarmak. "Öyle alıngandı ki her sözümden bir mana çıkarıyordu."Mana vermek Kendine göre bir yargıya varmak, vermek Kendine göre bir yargıya varmak, yorumlamak. "Senin bu davranışına bir mana veremiyorum."Maneviyatı bozulmak Moral gücü sarsılmak, kendine güveni yitirmek, kendini güçsüz ve dirençsiz bozulmak Moral gücü sarsılmak, kendine güveni yitirmek, kendini güçsüz ve dirençsiz hissetmek. "Düşmanlar, toplumumuzun önce maneviyatını bozdular."Mantar gibi yerden bitmek Birdenbire ya da kendiliğinden ortaya gibi yerden bitmek Birdenbire ya da kendiliğinden ortaya çıkmak. "Adamlar mantar gibi yerden bitmişlerdi, bir anda etrafımızı sarıverdiler."Maraza çıkarmak Anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak, kavgaya yol çıkarmak Anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak, kavgaya yol içeri pire dışarı Birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için içeri pire dışarı Birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için atmak İnanılmayacak şeyler uydurmak, yalan atmak İnanılmayacak şeyler uydurmak, yalan söylemek. "Amma da martaval atıyordu adam."Masal okumak İnandırıcı olmayan, oyalayıcı ve avutucu sözler okumak İnandırıcı olmayan, oyalayıcı ve avutucu sözler söylemek. "Bana masal okuma, olayın gerçek yüzünü anlat."Maşallahı var Bir şey ya da kimsenin iyi durumda olduğunu anlatmak için kullanılır. Maşallahı var Bir şey ya da kimsenin iyi durumda olduğunu anlatmak için kullanılır. "Adamın maşallahı var, hiçbir yoksulu geri çevirmedi."Maşası olmak Sakıncalı bir işte, biri tarafından araç olarak olmak Sakıncalı bir işte, biri tarafından araç olarak kullanılmak. "İşverense işveren, onun maşası olamam ben!"Maskara olmak Gülünç hallere düşmek, alay konusu olmak. Maskara olmak Gülünç hallere düşmek, alay konusu olmak. "Kim düşmanının maskarası olmak ister?"Maskesi düşmek Gerçek yüzü, kimliği, niteliği ortaya çıkmak. Maskesi düşmek Gerçek yüzü, kimliği, niteliği ortaya çıkmak. "Nihayet maskesi düştü, herkes onun ne mal olduğunu anlayacak."Masrafa girmek Çok para harcamak. Masrafa girmek Çok para harcamak. "Evi yaptılar ama çok da masrafa girdiler."Masrafı çekmek Bir iş için gereken parayı ödemek, gideri çekmek Bir iş için gereken parayı ödemek, gideri karşılamak. "Yarınki gezide bütün masrafları Ahmet çekecekmiş."Mat etmek 1. Satranç oyununda yenmek. 2. Bir tartışmada, karşı tarafı söz söyleyemeyecek duruma etmek 1. Satranç oyununda yenmek. 2. Bir tartışmada, karşı tarafı söz söyleyemeyecek duruma getirmek. "İleri sürdüğü kanıtlar ile karşısındakileri kısa zamanda mat etti."Matrak geçmek Alay etmek, karşısındakiyle eğlenmek, dalga geçmek. Matrak geçmek Alay etmek, karşısındakiyle eğlenmek, dalga geçmek. "İnsanlarla matrak geçmeye bayılıyorsun."Maval okumak Tutarlı, inandırıcı olmayan, yalan sözler okumak Tutarlı, inandırıcı olmayan, yalan sözler söylemek. "Kes sesini, maval okumandan bıktım artık!"Mayası bozuk Karaktersiz, kötü yaradılışlı, aşağılık kişi.Mayası bozuk Karaktersiz, kötü yaradılışlı, aşağılık kişi. "Şu mayası bozuk adamın çenesini kapayın, sesini duymak istemiyorum."Maymun iştahlı Kararsız, hevesi çabuk geçen; bugün şunu yarın ötekini iştahlı Kararsız, hevesi çabuk geçen; bugün şunu yarın ötekini beğenen. "Maymun iştahlılığı yüzünden başına olmadık işler geldi."Mekik dokumak İki yer arasında durmadan gidip dokumak İki yer arasında durmadan gidip gelmek. "Mağaza ile ev arasında tam elli beş yıl mekik dokumuştu rahmetli."Mendil açmak etmek 1. Kaygılanmak. 2. Öğrenmek, anlamak isteği etmek 1. Kaygılanmak. 2. Öğrenmek, anlamak isteği taşımak. "Merak etmeye başladım, bu saate kadar gelmeliydiler."Merhabası olmak Birisiyle selamlaşacak kadar tanışıklığı, yakınlığı olmak Birisiyle selamlaşacak kadar tanışıklığı, yakınlığı kesmek Biriyle ilgiyi kesmek, arkadaşlığa son kesmek Biriyle ilgiyi kesmek, arkadaşlığa son vermek. "Onunla merhabayı keseli epey zaman olmuştu."Mesele çıkarmak Üzüntü verecek, içinden zor çıkılacak, bir anlaşmazlığa sebep olacak bir durum çıkarmak Üzüntü verecek, içinden zor çıkılacak, bir anlaşmazlığa sebep olacak bir durum oluşturmak. "Haydi, bir mesele çıkarmadan çekip gidin buradan."Mesken tutmak tutmak Yerleşmek. "Yarim İstanbul'u mesken mi tuttun?"Meteliğe kurşun atmak Parasız pulsuz kalmak, hiç parası kurşun atmak Parasız pulsuz kalmak, hiç parası olmamak. "Dün meteliğe kurşun atıyordu, ya bugün…"Metelik vermemek Değer vermemek, umursamamak, aldırış vermemek Değer vermemek, umursamamak, aldırış etmemek. "Onun gibilere metelik vermem mi diyorsun?"Mevki sahibi olmak Yüksek bir görevde, bir işte önemli bir aşamada bulunmak. Mevki sahibi olmak Yüksek bir görevde, bir işte önemli bir aşamada bulunmak. "Mevki sahibi olmak için yıllarca çalışıp durdu."Meydan okumak Kavga ya da yarışmaya çağırmak, korkmadığını ve çekinmediğini açıkça bildirmek. Meydan okumak Kavga ya da yarışmaya çağırmak, korkmadığını ve çekinmediğini açıkça bildirmek. "Bir an meydan okumayı içinden geçirdi, sonra bundan vazgeçti."Meydan vermemek Olumsuz bir olay ya da durumun gerçekleşmesine imkan ve zaman vermemek, engel olmak. Meydan vermemek Olumsuz bir olay ya da durumun gerçekleşmesine imkan ve zaman vermemek, engel olmak. "Onların kavga etmesine sakın meydan vermeyin çocuklar."Meydana çıkmak 1. Görünmek. 2. Belli olmak. 3. Yetişmek, büyümek, çıkmak 1. Görünmek. 2. Belli olmak. 3. Yetişmek, büyümek, olmak. "Korkak herif meydana çık da yüzünü görelim."Meydana gelmek 1. Olmak, oluşmak, vücut bulmak. 2. Ortaya gelmek 1. Olmak, oluşmak, vücut bulmak. 2. Ortaya çıkmak. "Olay akşam üzeri meydana geldi diyorlar."Meydanı boş bulmak Kendisine mani olacak kimse bulunmadığı için aşırı davranışlarda bulunmak, bir şeyden boş bulmak Kendisine mani olacak kimse bulunmadığı için aşırı davranışlarda bulunmak, bir şeyden çekinmemek. "Meydanı boş bulan eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başlamışlardı."Mezar kaçkını Çok zayıf, bitkin, güçsüz düşmüş kaçkını Çok zayıf, bitkin, güçsüz düşmüş geniş Namus konusunda gerekli olan titizliği göstermeyen, kadın-erkek ilişkilerinde dini kaidelere aldırış etmeyen, iffetsizliğe meydan veren, geniş geniş Namus konusunda gerekli olan titizliği göstermeyen, kadın-erkek ilişkilerinde dini kaidelere aldırış etmeyen, iffetsizliğe meydan veren, geniş bulandırmak 1. Kusacak bir duruma getirmek. 2. bulandırmak 1. Kusacak bir duruma getirmek. 2. bulanmak 1. Kusacak gibi olmak. 2. İğrenmek, tiksinmek. 3. bulanmak 1. Kusacak gibi olmak. 2. İğrenmek, tiksinmek. 3. Kuşkulanmak. "Yaptığınız iş, mide bulandırıcı bir işti!"Mideye oturmak Yenilen bir şeyin sindirim zorluğu oturmak Yenilen bir şeyin sindirim zorluğu taşı Birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan taşı Birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan koymak 1. Bir şey unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak. Mim koymak 1. Bir şey unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak. "Bu atasözüne bir mim koy, dedi öğretmenim."Minnet etmek Boyun eğmek, etmek Boyun eğmek, yalvarmak. "Ona buna minnet etmeden yaşamak istediğimi biliyorsun değil mi?"Mırın kırın etmek Bir isteği yerine getirmemek için çeşitli bahaneler ileri sürüp nazlanmak. Mırın kırın etmek Bir isteği yerine getirmemek için çeşitli bahaneler ileri sürüp nazlanmak. "Mırın kırın etmeyi bırak da yak şu sobayı."Mızıkçılık etmek Bir oyunu ya da birlikte yapılan bir işi çeşitli bahaneler ileri sürerek bozmaya çalışmak, razı etmek Bir oyunu ya da birlikte yapılan bir işi çeşitli bahaneler ileri sürerek bozmaya çalışmak, razı olmak Yaygın duruma gelmek, gözde olmak, beğenilir ve arzu edilir olduğu için yapılır olmak Yaygın duruma gelmek, gözde olmak, beğenilir ve arzu edilir olduğu için yapılır olmak. "Saçları kısa kestirmek bu yıl moda oldu."Modası geçmek Yaygın olmaktan çıkmak, önemini geçmek Yaygın olmaktan çıkmak, önemini yitirmek. "Bu elbisenin modası geçti artık."Mola vermek Bir süre ara vermek; uzun süren yolculuğun, çalışmanın, yürüyüşün yorucu etkisini atmak için bir süre dinlenmek. Mola vermek Bir süre ara vermek; uzun süren yolculuğun, çalışmanın, yürüyüşün yorucu etkisini atmak için bir süre dinlenmek. "Yarım saat sonra mola verecekler, onlara mola yerinde yetişebiliriz."Muhallebi çocuğu Nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş, dayanıksız, narin kimse. Muhallebi çocuğu Nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş, dayanıksız, narin kimse. "Senin gibi muhallebi çocuklarıyla iş yapamam ben."Mukabelede bulunmak Karşılık bulunmak Karşılık gibi olmak 1. Yaramazlığı, hırçınlığı, uyumsuzluğu bırakıp yola gelmek. 2. Razı olmak. Mum gibi olmak 1. Yaramazlığı, hırçınlığı, uyumsuzluğu bırakıp yola gelmek. 2. Razı olmak. "Askerde onun da mum gibi olacağına eminim."Mümkün mertebe Olabildiğince, yapabildiği mertebe Olabildiğince, yapabildiği kadar. "Zararınızı mümkün mertebe karşılama yoluna gideceğimizden emin olun lütfen."Mumla aramak Çok istek ve özlemle aramakMumla aramak Çok istek ve özlemle aramak. "O anneyi siz mumla arayacak ama bir daha bulamayacaksınız."Muradına ermek Dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak. Muradına ermek Dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak. "İnşallah muradına erersin kızım."Mürekkebi kurumadan bozmak Bir kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından kısa bir süre sonra kurumadan bozmak Bir kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından kısa bir süre sonra kurumadan Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre kurumadan Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre yalamış Az çok öğrenim görmüş, okuyup yazmış, belli bir kültüre sahip olmuş kimse. Mürekkep yalamış Az çok öğrenim görmüş, okuyup yazmış, belli bir kültüre sahip olmuş kimse. "Maval okumayı bırakın, biz de mürekkep yalamışlardan sayılırız."Mürüvvetini görmek anne, baba için 1. Özellikle evladının evlendiğini, çoluk çocuk sahibi olduğunu görmek. 2. Çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk görmek anne, baba için 1. Özellikle evladının evlendiğini, çoluk çocuk sahibi olduğunu görmek. 2. Çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak. "Acaba çocuklarımın mürüvvetini görecek miyim?"Nabza göre şerbet vermek Birinin hoşuna gidecek, eğilimlerine cevap verecek biçimde davranmak. "Nabza göre şerbet vermeyi iyi biliyorsun."Nabzını yoklamak Eğilimini, niyetini, düşüncelerini, arzularını anlamaya çalışmak. "İşçilerin nabzını yoklayın da zam konusunu öyle düşünelim."Nalıncı keseri gibi kendine yontmak Hemen her işte kendi çıkarını düşünerek hareket almak Tanınmak, ünü her yerde nişanı kalmamak Yok olmak,unutulmak .Namus belası Namusunu, şerefini, itibarını korumak için katlanılan sıkıntılı durum, kabullenilen zarar ziyan. "Namus belasına az kaldı canından oluyordu delikanlı."Nane molla 1. Dirençsiz, güçsüz kimse. 2. Çok sık hastalanan, sağlıksız kimse. 3. Üşengeç, bir iş yapmaktan kaçınan. "Ne nane molla bir adamsın, kalk da biraz çalış."Nara atmak Yüksek bir sesle haykırmak, kabadayıca bağırmak. "Birahaneden çıkan sarhoşlar edepsizce nara atmaya başladılar."Nargile suyu Tatsız kafa nato mermer "Söz anlamaz, söz dinlemez taş gibi kafa" anlamında çekmek Kendini ağır satmak, bir isteği yerine getirmekte yapmacıklı davranışlarla isteksiz gibi davranmak. "Kendini naza çekmeye bayılır bizim kız."Nazı geçmek İsteği geri çevrilmeyen geçmek İstediklerini yaptıracak kadar hatırı sayılır olmak. "Babası, kasabada oldukça nazı geçen bir insandı."Ne akar ne kokar Kimseye ne faydası ne de zararı dokunan pısırık, çekingen kimseler için ala memleket Uygunsuz yapılan işleri kınamak için çare Çaresi yok, elden bir şey gelmez. "Ne çare ki onu durdurmamız mümkün değil."Ne çıkar 1. Ne zararı var? 2. Bir sonuç vermez. 3. Ne fayda, ne zarar umulur. "Biraz sert konuşmuşsam, ne çıkar bundan?"Ne dese beğenirsin? "Nasıl, beklenmeyen bir söz söyledi biliyor musun?" anlamında fayda Artık neye güne duruyor? "Şimdi yapmazsa, ne zaman yapacak" anlamında kullanılır. "Gitsin istesin kızı, daha ne güne duruyor?"Ne günlere kaldık! "Eskiden daha iyiydi, zaman değişti, düzen ve usuller başkalaştı, çok kötü günler geçiriyoruz" anlamında hâli varsa görsün! Uyarılara, öğütlere kulak asmayan insanlar için "ne yaparsa yapsın, beni ilgilendirmiyor" anlamında idiği belirsiz Ne olduğu, niteliği, soyu sopu, nereli olduğu bilinmeyen. "Ne idiği belirsiz bir yığın insan hükümette yer almış."Ne mal olduğunu anlamak Asıl niteliğini, işe yaramaz oluşunu, kötü niyet beslediğini anlamak. "Onun ne mal olduğunu şimdi anlarız."Ne mene Ne türlü, nasıl, ne çeşit?Ne od var ne ocak Aşırı yoksulluğu, geçim darlığını anlatmak için oldum delisi olmak Beklemediği bir duruma yükselip şımarmak, ölçüsüz hareketler yapmak. "Dikkat et, ne oldum delisi olan insanlar gibi olma."Ne olur ne olmaz Her ihtimale karşı, ne olacağı belli değil. "Şemsiyeni al, ne olur ne olmaz, yağmura yakalanabilirsin."Ne pahasına olursa olsun Her türlü sıkıntı ve tehlikeyi göze alarak, ne kadar büyük fedakârlık isterse istesin. "Ne pahasına olursa olsun ben bu işi bitireceğim."Ne şiş yansın ne kebap "İki taraf da korunsun, gücendirilmesin, ikisinin de zarar görmeyeceği bir yol bulunsun" anlamında tadı var ne tuzu Hoşa gidecek, zevk alınacak, beğenilecek bir şey değil. "Ne tadı var ne tuzu yaptığım işin."Ne yardan geçer ne serden İstediği şey fedakârlığı gerektirdiği hâlde, fedakârlığa yanaşmayan ama istediğinden de vazgeçmeyen kimseler için yer ne yedirir Kimsenin yararlanmasını istemez, kendi de yüzle Ne cesaretle oluyor Ne karışıyorsun sonra Bir süre geçince, her şey olup bittikten sonra, çok zaman sonra. "Neden sonra babam da geldi."Nefes aldırmamak Dinlenmesine fırsat vermemek, sıkıştırmak, rahat bırakmamak. "Nefes aldırmadı bize, sabaha kadar çalıştırdı."Nefes nefese gelmek Koşarak, sık sık soluyarak, heyecanlı ve yorulmuş bir şekilde gelmek. "Kapıdan içeri nefes nefese girdi."Nefes tüketmek Bir şeyi anlatmaktan çok yorulmak. "Boşuna nefes tüketiyorsun, baksana anlamıyor."Nefesi kesilmek tıkanmak Güç soluk alacak duruma gelmek veya soluğu büsbütün durmak. "Bir yumrukta nefesini kesti adamın."Nefsine yedirememek Bir şeyi hazmedememek, kabul etmemek .Nefsine yedirememek Kendine yakıştıramamak, o şeyi yapmayı kendisi için onur kırıcı, ağır bulmak. "İki yüzlülüğü bir türlü nefsine yediremiyordu."Nefsini körletmek Birtakım yollarla iştah duygusunu dindirmek. "Nefsini körletmeden iyi bir kul olamazsın."Nefsini yenmek Arzularının, ihtiraslarının önüne akşam orada sabah "Gece kalacağı bir yeri yok, neresi rast gelirse orada kalıp yatar" anlamında nereye 1. Uzak, dolaylı bir ilişki ile. 2. Şaşılacak şey, olacak gibi değil! "Nereden nereye, kim derdi ki biz karşılaşacağız!"Nevri dönmek Çok sinirlenmek ve bunun yüzünden belli dönmek Çok öfkelenmek, sinirlenip kızmak ve bu sebeple rengi değişmek. "Saygısızca konuşmaya başlayınca nevri döndü, öfkeyle elini kaldırdı."Neye uğradığını bilememek Beklenmedik bir durumla karşılaşıp hiçbir şey yapamamak, şaşırıp kalmak. "Ocak birden alev alınca neye uğradığını bilemedi."Nispet vermek Onu üzecek şekilde gösteriş etmek Bir şeyi yapmayı zihninde tasarlamak, düşünmek. "Ona hediye almaya niyet etmişti."Niyeti bozuk Kötü bir davranışta bulunması beklenen, kötülük düşündüğü sezilen. "Niyeti bozuk bunların, sakın ilişmeyin."Noktası noktasına Tastamam,tamamen noktasına Tastamam, eksiksiz, tamamen, birbiriyle tıpatıp aynı. "Noktası noktasına hatırlıyorum o kavgayı."Not düşmek Yazılı metnin bulunduğu sayfanın bir köşesine, konuyla ilgili birkaç cümle vermek Kıymetini tespit etmek, ne nitelikte bir kişi olduğu konusunda kanıya varmak. "Hâlâ notunu veremedin mi o adamın?"Nuh der peygamber demez Son derece inatçıdır, düşüncelerini bir türlü değiştirmez, söylediklerinde ve inançlarında gemisi Her çeşit insanın toplandığı yer Nebi'den kalma Çok eski modası geçmiş, köhnemiş eşya, bina. "Nuh Nebi'den kalma bir koltukta oturuyordu."Nuh nebiden kalma Çok eskiden yapmak Bir hareketi yalandan yapmak, bir şeyi gerçekmiş gibi söyleyerek karşısındakini aldatmak. "Ona öyle bir numara yapacağım ki şaşkına dönecek."Nur topu gibi Güzel ve şişman beyaz çocuk .Nur topu Gürbüz, sağlıklı, çok güzel ve temiz çocuklar için yüzlü Temiz yüzlü tutulmak Üzüntüden ve korkudan tutulmak Korkudan, üzüntüden, heyecandan konuşamaz olmak. "Katili karşısında görünce nutku tutuldu."O bir düşeş Talih sonucu ele geçirilmiştir gün bugün O tarakta bezi olmamak İlişkisi olmamak tarakta bezi olmamak Bir şeyle, bir işle ilişiği bulunmamak, o şeyle ilgilenmemek. "O tarakta bezi olacağını hiç sanmam."Öbür öteki dünya Ahiret, insanların öldükten sonra gidecekleri ve ebedî olarak kalacakları âlem. "Öteki dünyada inşallah yüzümüz güler."Öbür dünyayı boylamak almak Yapılan bir kötülüğün acısını aynı derecede bir kötülük yaparak çıkarmak. "Öç alma fikrinden vazgeçirmeliyiz onu."Ocağına düşmek Birine yardım etmesi için yalvarmak, koruması için sığınmak. "Ocağına düştüm ağam, beni bu işten ancak sen kurtarırsın!"Ocağına incir dikmek Birinin evini barkını dağıtmak, düzenini alt üst etmek, yuvasını yıkıp toparlanamaz hâle getirmek. "Ben de senin ocağına incir dikmezsem dedi ama dediğine pişman oldu."Ocağını söndürmek Ailenin dağılmasına sebep olmak, çoluk çocuğunu yok etmek. "Ocağımı söndürdü katiller!"Ödü patlamak Ani bir olay sebebiyle çok korkmak. "Fareden ödüm kopar."Öfke topuğa çıkmak Çok balı 1. Evlât, evlâdın ana babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı vermek Oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp başka bir kovana gitmek, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana demek Rahat etmekRahat gibi ciğerine işledi Yapılan bir hareketin çok üzmesi yaydan çıkmak Geri dönülemeyecek bir iş yapmak, söz söylemek ya da bir harekette bulunmak. "Ok yaydan çıktı bir kere, çaresiz dövüşeceğiz."Ok yaydan çıktı Vazgeçemeyecek bir iş çekmek Hacminden daha fazla ağır kahve Bol kahve ile yapılmış ve büyük fincana konmuş kahve. "Bir okkalı kahve daha çek usta!"Okkanın altına girmek Haksız yere eziyet çekmek, zarar ve ceza görmek. "Uyanık ol da okkanın altına gireyim deme, tamam mı?"Öksüz babası Öksüz ve yoksulları koruyan boyunduruğa bakar gibi bakmak İstemeden ,mecburen bakmak öldü, ortaklık bozuldu Aradaki yakınlık dayanağı kalktı, yakınlık da altında buzağı aramak Kimi sebepler, bahaneler uydurarak suç ve suçlu bulma çabasında biten Olup geçenler, olanların hepsi, meydana gelenler. "Olan bitenden hiç haberim olmadı."Ölçüsünü bildirmek Haddini bildirmek, cezasını vermek. Ölçüyü kaçırmak Uygun derecenin üstüne çıkmak, aşırı gitmek. "Sofraya her oturuşunda ölçüyü kaçırırdı."Oldu bittiye getirmek Emrivaki yapmak, geri dönülmesi güç ve imkânsız bir durum oluşturmak. "Oldu bittiye getirerek tarlayı satın aldılar."Oldu olacak kırıldı nacak "Olanlar oldu, iş işten geçti, olanlar geri dönülemeyecek bir durum aldı, bunu kabul etmek gerek" anlamında bittim veya oldum olası Başından beri, öteden beri, ilk zamandan beri, kendimi bildiğimden beri. "Oldum bittim kızarım bu adamlara."Olmayacak duaya amin demek Sonuç vermeyecek bir işle uğraşmak ya da buna destek eşeğim ölme yaza yonca bitecek Umutsuz bir bekleyişi anlatmak için var, dönmek yok "Neye mal olursa olsun, iş sonuna kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır" anlamında kullanılır. "Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize."Olmuş armut gibi eline geçmek Kolaylıkla ve yorulmadan elde fiyatına Yok pahasına, değerinden çok ucuza, az bir para ile. "Arsaları ölü fiyatına satmak zorunda kaldık."Ölü mevsim İşin veya alışverişin az olduğu, durgun geçtiği zaman dilimi. "Bizim iş en ölü mevsimini yaşıyor."Ölüm Allah`ın emri 1. Herkes ölecek, ölüm mukadderdir. 2. Kesin karar verme durumunda göze almak Yaptığı iş uğruna ölmekten korkmamak, yürekli davranmak. "Allah yolunda ölümü göze aldı yiğitler."Ölümüne susamak Yapmakta olduğu tehlikeli işte ölümü kendi üzerine çekecek davranışta bulunmak. "Ölümüne mi susadın, çekil şu arabanın önünden!"Ölüp ölüp dirilmek 1. Çok ağır bir hastalıktan kurtulmak. 2. Ard arda gelen sıkıntılı, acı veren durumlara müsün, öldürür müsün? "Öyle ters bir iş yaptı ki ona mı ceza vermeliyim kendime mi?" anlamında olmaz 1. Meydana gelmesinden hemen sonra. 2. Rast gele, sıradan. 3. Gerekli gereksiz, yerli yersiz, önemli önemsiz durumu gözetilmeden yapılan iş ya da söylenen söz.Oluruna bırakmak Bir işin yapılabildiği, olabildiği kadarıyla yetinmek, müdahale etmeden bekleyip sonucuna ne olursa olsun razı olmak. "Artık oluruna bıraktık işi."Ömrü billah Hiçbir zaman, ya da şimdiye kadar. "Ömrü billah yalan söylememiştir o."Ömrü vefa etmemek Bir şeye kavuşamadan, bir sonuca ulaşamadan ölmek. "Okulunu bitirip doktor olacaktı ama ömrü vefa etmedi."Ömrüne bereket "Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun" anlamında adam Sohbetinden hoşlanılan kişi adam Beğenilen, çok hoşa giden, değişik düşünceleri olan çürütmek Uzun süre bir şey için emek vermiş olmak, ya da boşuna zaman harcamış olmak. "Bu ev için bir ömür çürüttüm ben."Ömür sürmek İyi ve rahat yaşamış olmak. "Uzun bir ömür sürdü dedem."Ömür törpüsü İnsanı yıpratan, yoran, sıkıntıya sokan, uzun ve yorucu omuza 1. Birbirine destek vererek, dayanışarak. 2. Yan yana, çok sıkışık. "Omuz omuza vererek bu zorluğun altından kalkmamız mümkün."Omuz silkmek Aldırmamak, önem vermemek, benimsememek. "Sana bunu alacağım dedim ama o, omuz silkti."Ön ayak olmak Bir işin yapılmasında ilk başlayan olup herkesi arkasından sürüklemek. "Haydi ön ayak ol da koşsunlar biraz."On parmağında on kara İnsanlara leke sürmeyi, kara çalmayı, iftira atmayı huy edinmiş kimse.On parmağında on marifet Çok hünerli, becerikli, ustalığı çok, elinden her iş düşmek 1. Önderlik ya da kılavuzluk etmek. 2. En önde ipiyle kuyuya inilmez Güven olmaz gelen Olur olmaz kimse, herkes, karşısına çıkan. "Önüne gelene sordu ama bulamadı."Onuruna dokunmak Onurunu, haysiyetini incitmek. "Dikkatli ol, birinin onuruna dokunacak iş yapma."Öp babanın elini Sürpriz bir durum karşısında yaşanan şaşkınlığı anlatmak için başına koymak Bir şeyi minnetle karşılamak, seve seve kabul etmek. "Adam sana iş verecekmiş, daha ne istiyorsun, öpüp başına koy."Oralarda oralı olmamak Anlamamış, sezmemiş gibi davranmak. "O sözler ona söyleniyordu ama hiç oralı olmadı."Oralı olmamak hâlli Ne zengin ne yoksul, ne iyi ne kötü, ne çirkin ne güzel. "Onlar orta hâlli bir ailedirler."Orta malı 1. Herkesin yararlandığı şey. 2. Her isteyenle ilişkide bulunan. "Benim bisikletim orta malı mı ki herkes binmeye çalışıyor."Ortada kalmak 1. Yersiz yurtsuz kalmak, barınacak yer bulamamak. 2. İki şey arasında kalmak. 3. Bir şeyi kimse üzerine almamak. "Belediye evlerini yıkınca çoluk çocuk öylece ortada kaldılar."Ortadan kalkmak 1. Görünmez, bulunmaz olmak. 2. Yok olmak. "Sis ortadan kalktı."Ortadan kaybolmak Nereye gittiği bilinmemek, sezdirmeden gitmek, görünmez hâle gelmek. "Ali ortadan kayboldu."Ortalığı birbirine katmak Kargaşa çıkarmak, herkesi birbirine düşürmek. "Şimdi gelip ortalığı birbirine katacak diye korkuyorum."Ortalık düzelmek Tedirginlik kalmamak, toplum içindeki karışıklık yok olmak. "Çok şükür ortalık düzeldi."Ortalık karışmak Kargaşa çıkmak, toplumda düzensizlik baş göstermek. "Ortalık yine karıştı, insanlar birbirine girdi."Ortaya dökmek 1. Gizli olan ne varsa açıklamak. 2. Çıkarıp göstermek. "Bütün sırlarını ortaya dökmek için harekete geçti."Örtbas etmek Kötü bir durumu gizlemek, yayılmasını önlemek. "Dairede yapılan yolsuzlukları örtbas edeceklerini sandılar."Örümcek kafalı Eski kafalı ve yeniliklere uyum gösteremeyen kafalı Geri düşünceli, yenilikleri kolay kabul etmeyen kimse.Ot yoldurmak Çok güçlük çıkarmak, zor bir iş gördürmek, çok beri Oldukça uzun zamandan beri, eskiden beri. "Öteden beri sevmem ben onu."Ötesi çıkmaz sokak "Takip edilen yol yanlıştır, bu yolla bir yere gidilemez, sonuç alınamaz, bir yere kadar gidilir ama daha fazla gidilemez" anlamında öve göklere çıkarmak Çok birliği Bir toplantıya katılan, bir meseleyi konuşan kimselerin aynı düşüncede olup aynı yönde oy kullanmaları. "Sınıf başkanını oy birliği ile seçtik."Oya koymak Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak. "Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar."Öyle başa böyle tarak Alakasız durumları belirtmek için etmek Hile yapmak, etmek Aldatmak, kurnazlıkla birini tuzağa düşürmek. "Bana kötü bir oyun ettiler."Oyuna gelmek Aldatılmak, tuzağa düşürülmek. "Onların oyununa gelmemeye çalış, dikkatli ol."Oyunbozanlık etmek Mızıkçılık etmek, birlikte yapılması gereken işten tek taraflı vazgeçmek. "Oyunbozanlık etme de gel birlikte eğlenelim."Oyunun sakalı bitmek Bitmiþ olayları anlatan bu deyim genellikle Karagöz oyunlarının sonunda bezenmek Çok özen gösterip titizlikle, ayrıntılarına varıncaya değin ele kabahatinden büyük Bir kabahat için özür dilerken daha büyük bir kabahat işleyen kimse için sözü bir Verdiği sözleri tutan, dürüst sözü bir Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse. "Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor."Özür dilemek 1. Yaptığı bir yanlıştan ötürü affedilmesini istemek. 2. Özrünü ileri sürerek yapılması kendinden istenen işi yapmamak, bundan bağışlanmasını istemek. "Özür dilerim, ben o kovayı taşıyamayacağım."Pabuç bırakmamak Yılmamak, korkmayıp yapacağından vazgeçmemek. "Ben öyle olur olmaz insanlara pabuç bırakmam."Pabuç pahalı Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır. "Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü."Pabucu dama atılmak Kendisinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını kaybetmek. "Yeni bir elektrikçi aldılar, desene Murat'ın pabucu dama atıldı."Pabucuna kum dolmak Engelle ters giydirmek Güç bir duruma düşürerek telaşlandırmak, bu telaşla kaçmasına sebep olmak. "El oğlu bu, adama pabucunu ters giydirir, tetikte olmalı insan."Paçaları sıvamak Hazırlanmak sıvamak Bir işi yapmak için hazırlanmak. "Bir an önce paçaları sıvayıp işe başlamak istiyordu."Paçası düşük Giyimine, kılık kıyafetine pek dikkat etmeyen, çıkarmak Çok hırpalamak, sağlam yerini koymamak, işe yaramaz bir duruma getirmek. "Beş kişiydiler, adamın paçavrasını çıkardılar."Paçayı kaptırmak 1. Yakalanmak, ele geçmek. 2. Giriştiği işten vazgeçmek istediği halde kendini kurtaramamak. 3. Dilediği gibi davranamamak. "Paçayı kaptırdık bir kere, yakamızı kurtaramıyoruz."Paçayı kurtarmak Bir ilişkiden veya önce girişip sonra pişman olduğu bir işten yakasını sıyırmak. "Çok şükür şu belalı işten paçayı kurtardık."Paha biçilmez Çok pahalı, kıymeti ölçülemeyecek kadar yüksek. "Paha biçilemez tablolar sergilenmişti."Paha biçmek Değerini mal olmak Kolay elde edilememek; para, özveri ve emek gerektirmek; zarara ve sıkıntıya yol açmak. "Bu ev size pahalıya mal olsa gerek."Palas pandıras Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan. "Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık."Palavra atmak Abartarak söylemek, yalan söylemek, olmayacak şeylerden söz küldür 1. Büyük bir gürültü ile. 2. Ansızın ve kurallara uymaksızın. "Paldır küldür merdivenlerden inmeye başladılar."Pamuk ipliği ile bağlamak Etkisi az sürecek, köksüz, geçici bir çözüm yolu kesilmek Mahcup olup kapılmak Çok korkmak, telâşa sürüklenmek. "Çocuklar paniğe kapılacaklar diye endişeleniyorum."Papara yemek Çok azarlanmak. "Çabuk olun, annemden papara yemek istemiyorum."Paparayı yemek Paylanmak, azar babası Çok zengin, parası bol canlısı Parayı çok seven, paraya çekmek 1. Banka veya benzeri bir yere yatırılmış parayı geri almak. 2. Bir kimseden çeşitli yollarla para dökmek Bir şey için çok para harcamak. "Düğün için az para dökmedi."Para etmemek 1. İşe yaramamak, etkili olmamak. 2. Değeri pahasına satılamamak. "Bu malların para edeceğini sanmıyorum."Para kesmek 1. Çok para kazanmak. 2. Devletin çok para basması. "Bizim büfe âdeta para kesiyor."Para sızdırmak Kandırarak, zorlayarak birinden para almak. "Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar."Para tutmak 1. Parasını idareli harcayıp kalanını biriktirmek. 2. Satın alınan şeyin karşılığını para olarak hesaplamak. "Aldığımız eşyaların hepsi kaç para tuttu dersiniz?"Para yapmak Para kazanıp biriktirmek. "Gurbete para yapmaya gitti."Para yedirmek İşini yaptırmak için birilerine kanunsuz, hak etmedikleri parayı vermek; rüşvet vermek. "O binayı yaptırmak için belediyeye az para yedirmediler."Para yemek 1. Çok para harcamak. 2. Rüşvet yemek, görevini kötüye kullanıp bir iş yapmak için birinden para almak. "İnsanlar artık açıktan para yiyorlar."Parasını sokağa atmak Değeri olmayan bir işe ya da mala para çevirmek Bir malı verip yerine para almak. "Gidin, şu dolapları paraya çevirin de gelin."Paraya kıymak Gereken yerde para harcamaktan para dememek Kazancı bol para dememek 1. Çok para kazanmak. 2. Bol para harcamak. 3. Elde olan parayı az ağzında kalmak Çok şaşırmak, hayrete dolamak Bir konuyu her fırsatta, her yerde ele alıp konuşmak, o konu ile oynatmak Birine her istediğini yaptırmak, onu kukla gibi kullanmak. "Beni parmağında oynatamayacaksın artık."Parmağını bile oynatmamak Hiç tepki göstermemek, kayıtsız kalmak. "Beni dövdüler ama o parmağını bile oynatmadı."Parmak basmak 1. Bir nokta üzerine dikkati ya da ilgiyi çekmek. 2. İmza yerine parmağını mürekkebe batırarak bir yere hesabı 1. Parmakları kullanmak suretiyle yapılan hesap. 2. Hece vezni. "Bizim bakkal hâlâ parmak hesabı yapıyor."Parmak ısırmak Büyük şaşkınlık duymak, hayrete düşmek. "Yaptığım tatlıyı görünce parmaklarını ısıracaklar."Parmak kaldırmak 1. Olumlu oy vermek için el kaldırmak. 2. Bir toplulukta söz istemek için işaret parmağını kaldırıp diğerlerini yumarak el kaldırmak . "Parmak kaldırarak söz istemeyi öğrenin artık!"Parmakla gösterilmek 1. Bir şey az bulunmak. 2. Seçkin, ünlü olmak. "O, çevresinde parmakla gösterilen bir adamdı."Parmaklarını yemek Bir yemeğin çok lezzetli olduğunu anlatmak için kullanılır. "Böreği değil, parmaklarımızı yedik âdeta."Parsayı başkası toplamak Verilen emek karşılığını, emek veren değil, bir başkası almak. "Biz durmadan çalışalım parsayı da başkası toplasın olmaz öyle şey!"Partiyi kaybetmek 1. Biriyle çekiştiği bir konuda yenilmek. 2. Elde etmeye çalıştığı bir kazancı bir başkasına geçmek Üzerinde durmamak, caymak, vazgeçmek, aldırış vermek Kovmak, işten atmak. "Patron üç işçinin pasaportunu eline verdi."Patentasının altına almak Egemenliği altına çıkarmak Kavga, kargaşa, gürültü çıkarmak. "Patırtı çıkarmadan oturun, babanız uyuyor."Patlak vermek Gizlenen ya da hoş karşılanmayan bir durum aniden ortaya çıkmak. "Kim der di ki savaş bu sabah patlak verecek."Pay biçmek Bir fikir elde edebilmek için, durumu bir şey ile çıkarmak Bir olay ya da davranıştan tecrübe kazanmak, hisse kapmak, tutulacak yolu vermek Adam yerine koymak, değer olmak Kalmak, yok olmamak, yaşamak."Milletimiz ilelebet payidar olacaktır."Payını almak 1. Azarlanmak. 2. Kendine düşen kazanç miktarını yırtık Ar damarı çatlamış, utanmaz, arlanmaz. "Perdesi yırtılmış adamın, baksana neler söylüyordu!"Pergelleri açmak Uzun adımlarla yürümeye başlamak. "Pek vaktimiz yok, pergelleri açın da geç kalmayalım."Pes demek Mağlubiyeti kabul etmek, başkasının üstünlüğüne boyun eğmek. "Yenileceğini anlayınca sırtı yere gelmeden pes dedi."Peşini bırakmamak Bir şeyi izlemekten vazgeçmemek. "Adamın peşini bırakmayın sakın!"Peşkeş çekmek Bir iş yaptırmak için kendine veya başkasına ait bir şeyi hediye çekmek Kendisinin veya bir başkasının malını bir çıkar uğruna birisine uygunsuz olarak vermek. "Yurdu düşmanlara peşkeş çekiyorlar."Pestil gibi olmak Çok yorgun ve halsiz gibi olmak Çok yorulmuş olmak; kımıldayamayacak kadar bitkin, güçsüz çıkarmak 1. Çok dövmek. 2. Çok çalıştırıp adamakıllı yormak. 3. İyice ezmek. "Kazma sallamaktan pestilimiz çıktı."Peyda olmak Ortaya çıkmak, belirmek, oluşmak. "Köşede bir adam peyda oldu."Pire için yorgan yakmak Önemsiz bir şey için kızıp daha büyük zarara yol açacak davranış içine deve yapmak Küçük, basit bir olayı büyütüp mesele yapmak, aşırı pis düşünmek Karamsar, derin ve üzüntülü bir düşünceye dalmak. "Pis pis düşünmeyi bırak da bir yol arayalım."Pis pis gülmek Birinin düştüğü kötü duruma öç alır gibi, arsız arsız vurmak Çıkarı için kötü bir davranışa veya söze aşa su katmak Yoluna girmiş, bitmek üzere olan bir işi bozmak ya da aksatmak. "Pişmiş aşa su katabilir, onu buraya sokmayın."Pişmiş aþa soğuk su katmak Yapılmakta olan bir işi kelle gibi sırıtmak Anlamsız, çirkin, yersiz, dişlerini göstererek gülmek. "Pişmiş kelle gibi gülmeyi bırak da işine bak."Piyasaya düşmek 1-Çok bulunur olmak. 2-Ortalı malı pırtı Eski püskü,değersiz pırtıyı toplamak Hemen bütün eşyalarını toplayarak bir yere gitmek üzere hazırlık yapmak."Pılıyı pırtıyı toplamış bekliyordu."Posasını çıkarmak 1. Birini çok dövmek. 2. Bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek. "Ülkenin posasını çıkardılar, biz hâlâ seyrediyoruz."Post elden gitmek 1. Öldürülmek. 2. Bulunduğu yüksek makamdan ayrılmak zorunda kavgası Bir makamı, işi ya da iktidarı ele geçirme çekişmesi. "Seçimler yaklaştı, post kavgası da başladı."Posta koymak Birini korkutmak, gözdağı vermek, tehdit etmek. "Bana posta koyacak adam daha anasından doğmadı."Postayı kesmek İlişkiyi kesmek, gidip gelişi sona saymak İçinden çıkılması zor ve anlamsız bir işle kurtarmak Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak. "Postu kurtardık çok şükür."Postu sermek Kısa bir süre için gittiği yerde, saygısızca ve sorumsuzca uzun süre kırmak Gaf yapmak, farkında olmayarak karşısındakini kıracak, incitecek söz söylemek. "Dikkatli ol, bir pot kırma sakın."Prangaya vurmak Zincire vurmak, ayağına pranga bağlamak. "Prangaya vurulu olarak yıllarca kaldı o hapishanede."Puan almak 1. Spor karşılaşmalarında sayı kazanmak. 2. Bir test imtihanında herhangi bir puan elde etmek. "Şu sorulardan hiç puan alamayacağımı sanıyordum."Puan tutturmak Gereken sayıda puan kazanmak. "Bu sene puan tutturup da üniversiteye girecek miyim bilmiyorum!"Püf noktası Bir işin en ince, en önemli getirmek Bir şeyi yapmak için uygun şartları elde etmek, fırsat kollamak. "Punduna getirir getirmez patlattı yumruğunu."Pupa yelken 1. Alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan. 2. Yelkenler, arkadan esen rüzgarla şişmiş olarak, tam yolla. "Pupa yelken açıldık denize."Püsküllü bela Kişinin başını derde sokan kişi veya belâ Kendisinden kurtulunması bir türlü mümkün olmayan, büyük sıkıntı, zarar veren kimse veya şey. "Başıma püsküllü belâ kesildi bu çocuk."Pusu kurmak Birine saldırmak için, bir yere gizlenip beklemek. "Düşmanlarımızın pusu kurduğundan tam zamanında haberdar olmuştuk."Pusulayı şaşırmak 1. Ne yapacağını bilemez duruma düşmek. 2. Doğru tutum ve davranıştan ayrılmak. "İyice pusulayı şaşırmadan uyarmalıyız onu."Pusuya düşmek Pusu kuran kimsenin saldırı alanı içine girmek. "Eyvah, pusuya düşürdüler bizi!"Put gibi Kımıltısız, sessiz, anlamsız bir kesilmek Sessiz ve hareketsiz kesilmek Sessiz, kımıltısız bir durumda kalmak. "Onun bağırmasıyla herkes bir anda put kesildi!"Rabbime emanet Herhangi bir şeyin, kimsenin korumasını Allah'a kaldırmak koymak Bir iş üzerinde artık durmamak, o işi kenara itmek, ihmal etmek. "Bizim dosyayı yine rafa kaldırmışlar."Rafta kurabiye var ama size göre değil İşinize yaramaz durmamak Yaramazlık etmek, kımıldayıp durmak. "Rahat durmadın, beni zor durumda bıraktın."Rahat yüzü görmemek Huzur, bolluk, hiç rahatlık görmemek; sürekli sıkıntı, darlık içinde bulunmak. "Şu yaşıma geldim, hiç rahat yüzü görmedim desem yeridir."Rahat yüzüne hasret kaldı Huzursuz olmak, rahat bakmak Hiçbir şeye aldırış etmeden rahatını sağlamaya çalışmak. "Boş ver, rahatına bak, sen mi düzelteceksin diyenlerden nefret ederim."Rahatlık rahat batmak Rahat, iyi bir yerdeyken o yeri olmayacak nedenlerden ötürü terk eden insanlar için sitem biçiminde olmak Vefat etmek, kalmak "Bir şeyin olmasına çok az kalmak" anlamında kullanılır. "Makinenin elime değmesine ramak kalmıştı ki güçlükle kendimi geri attım."Ramazan keyfi Oruç tutanlardaki sinirlilik gelmek 1. Düşünmediği, beklemediği bir anda biriyle karşılaşmak. 2. Düşünmediği veya düşünülmediği hâlde payına düşmek. "Desenli parça bana rast geldi." 3. Hedefi bulmak. 4. Bulmak. "Pazarda kardeşimi çok aradım ama rast gelmedim."Rast gitmek Bir iş istenilen biçimde oturmak Bozulmuş, düzensiz hâle gelmiş bir işi yoluna koymak, iyi duruma kırmak Eski rekoru aşıp yeni, üstün bir sonuç elde etmek. "Koşuda yeni bir rekor kırılması bekleniyor."Rengi atmak Çok heyecanlanıp solmak,sararmak. Rengi atmak 1. Solmak. 2. Korku, heyecan sebebiyle benzi sararmak. "Kumaşın rengi bir yıkamadan sonra attı."Rengi olmamak Silik senfonisi Birbiriyle uyuşan renkler vermemek Bir konu ile ilgili duygularını, düşüncelerini belli etmemek; bildiği halde bilmez gibi renge girmek Heyecan, korku ve utanmadan dolayı yüzünün rengi değişmek, dökmek Bir iş veya duruma resmiyet kazandırmak, onu resmi kanallardan halletme yolunu çekmek Kesinlikle kabul çekmek 1. Kesin tavır almak, herhangi bir konuda son sözü söylemek. 2. Bir oyunda önündeki paranın tümünü ortaya koymak. "Öyle bir rest çekti ki görmeliydiniz."Rızkını taştan çıkarmak En zor şartlarda bile geçimini oynamak 1. Bir oyunda rol almak. 2. Bir işte önemli katkısı olmak, etkisi bulunmak. "Bu işin gerçekleşmesinde onun da önemli rolü oldu."Rota değiştirmek 1. Takip edilen yoldan ayrılmak. 2. Tutumunu, tavrını değiştirmek, izlediği yoldan kopmak. "Hava muhalefeti sebebiyle uçak rota değiştirmek zorunda kaldı."Rufailer karışır İşin karmakarışıklığı bile duymamak Anlamamak; hiçbir bilgisi, haberi bulunmamak; olan biteni sezememek. "Göreceksin ruhu bile duymayacak, onu bir güzel ıslayacağız."Ruhu bile duymaz Yapılan bir işten hiç haberi olmaz anlamındaRuhuna hitap etmek Herhangi bir şeyden çok teslim etmek Ölmek. "İhtiyar ninem sabaha karşı ruhunu teslim etmişti."Rüya gibi Gelip geçici şeyleri anlatmak için bile görememek Olacağını hiç aklına getirmemek, ihtimal vermemek. "Bunu bana mı aldın? Rüyamda bile görsem inanmazdım!"Rüyasında görse hayra yormaz Olacağına ihtimal ekip fırtına biçmek Yapılan kötülüğe karşı daha büyük kötülüğe gelecek delikleri tıkamak Her türlü tedbiri gelecek delikleri tıkamak İstenmeyen bir duruma veya zarar gelebilecek bir gelişmeye karşı her türlü önlemi gibi Düzgün çalışan işler için on bir buçuğu çalmak Yaşı çok saatine uymamak Bir kimsenin durumu, huyu sık sık değişir olmak. "Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz."Sabaha çıkamamak Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yaşayamamak. "Hastanın durumu ağır, sabaha çıkacağını sanmıyorum."Sabahı etmek veya bulmak Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile uğraşmak. "Köye varmamız sabahı bulacak."Sabahın köründe Çok erken, ortalık henüz ağarmadan, sabahın en erken vaktinde. "Sabahın köründen beri yoldayız."Sabır taşı Çok sabırlı kimse, türlü sıkıntılara katlanan. "Ben sabır taşı mıyım?"Sabrı taşmak Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak. "Sabrımı taşırmadan çekip gidin buradan."Saç ağartmak Bir işte uzun zaman çalışıp emek vermiş saça baş başa Kadınlar kıyasıya kavgaya tutuşmak, birbirlerini hırpalayarak kapışıp sakal birbirlerine kırışmak Üstü başı perişan, uzun süre saç ve sakal tıraşı olmamış, kendine çeki düzen vermemiş olmak. "Onu, saç sakal birbirine karışmış görünce bayağı canım sıkıldı."Sacayak olmak Üç kişi bir araya gelip çok samimi bitmedik yetim Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk yetim. "Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır."Saçı uzun aklı kısa ak düşmek Yaşlanmak, ihtiyarlamaya başlamak. "Bizim de saçımıza ak düştü."Saçına başına bakmadan İlerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde davranan kimseler için başını yolmak 1. Birini çok fazla dövüp hırpalamak. 2. Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek. "Sinirinden saçını başını yolmaya başladı."Saçını süpürge etmek Kadın çok büyük istekle çalışıp hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak. "Sizi okutabilmek için saçımı süpürge ettim."Şad olmak Sevinmek, mutlu olmak. "Seni gördük, şad olduk."Şafak atmak Korkmak, atmak Aniden önemli bir durumla karşı karşıya kaldığını anlamak, bu sebeple tedirgin olmak. "Onu yanımdan kovunca bende şafak attı."Şafak sökmek Güneşin doğmaya başlamasıyla gece karanlığının yavaş yavaş kaybolup ortalık aydınlanmaya başlamak. "Şafak sökmeye başlayınca yola çıkmaya karar verdiler."Safra bastırmak Açlığını yatıştırmak için az miktarda yemek gözünü sol gözünden sakınmak Çok kıskanmak, üzerine sola bakmamak Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgilenmemek. "Sağa sola bakmadan yürüyordu."Sağı solu belli olmamak Bir durum karşısında nasıl davranacağı, ne tavır takınacağı belli olmamak. "Dikkatli olun, onun sağı solu belli olmaz."Sağır sultan bile duydu İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı. "Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?"Sağlam ayakkabı değil Güven duyulmayacak,doğruluğu konusunda şüphe duyulur ayakkabı değil Doğruluğuna, namusluluğuna güvenilmez; kişiliği kuşku veren. "O mu? Hiç de sağlam ayakkabı değil."Sağlam kazığa bağlamak Bir işin aksamadan yürümesini sağlayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma olsun "Bir zarara uğradık ama önemli değil, üzülmeye değmez, canımız sağ olsun, kapatırız" anlamında inek Kendisinden durmadan çıkar sağlanan, sömürülen, istismar edilen kalkmak 1. Atın ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları üstünde yerde durması. 2. Coşmak, kükremek, baş kaldırmak. "Azgın at şaha kalkarak binicisini sırtından yere attı."Sahip çıkmak 1. Birini ilgilenip korumak. 2. Bir şeyin kendisine ait olduğunu söylemek. "Şu kimsesize sahip çıkalım."Şaka gibi gelmek Bir türlü inanamamak. "Bütün olup bitenler şaka gibi geliyordu onlara."Şaka götürmemek 1. Şakadan hoşlanmamak. 2. Bir iş ya da durum dikkatsizliğe, önemsenmemeye gelmemek. "Bu iş şaka götürmez beyler, dikkat edin!"Şaka kaldırmak Kendisine yapılan şakalara katlanmak, maka derken "Ciddiye almıyor, ağırlığını duymuyor, gerektiği gibi önemsemiyorduk ama sonunda gerçekten önem vermemiz gerektiği ortaya çıktı" anlamında soğan doğramak 1-Aldatmak. 2-Hakaret etmek .Sakalı ele vermek Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek, birinin idaresine yok 1. Tehlikeli. 2. O hatır gönül tanımaz, gerekeni yapar, ciddi bakar olaya. "Şakası yok bu adamın, hemen buradan gidelim."Şakaya getirmek 1. Oldukça önemli, ciddi bir şeyi açıktan söylemeyip şaka yollu söylemek. 2. Önemli bir meseleyi şaka yaparak geçiştirmek. "İşi şakaya getirip unutturmaya kalkma emi!"Şakaya vurmak Ciddî bir söz ve davranışı şaka yoluyla gibi yapışmak Peşini bırakmamak, ayrılmamak, istediğini yaptırmaya çalışmak. "Sakız gibi yapıştı yakama, bırakmıyor ki gideyim!"Salkım saçak Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana kalmak Bir çözüme bağlanamamak, nasıl olacağı bilinmeden öylece kalmak. "İşler sallantıda kaldı; bu, bizi biraz düşündürüyor."Saltanat sürmek 1. Bolluk, verimlilik içinde yaşamak. 2. Hükümdarlık etmek. "Üzülme, saltanatı çok sürmeyecek."Saman altından su yürütmek Hiç kimseye sezdirmeden iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak. "Saman altından su yürütenleri hiç sevmem."Saman gibi Tatsız,tutsuz oğlanı Herkesin hıncını aldığı, dövdüğü, çattığı, söylendiği kimse. "Yeter artık, şamar oğlanı olmaktan kurtar kendini!"Şamata koparmak Gürültü, patırtı oturmak Çaresiz oturmak Güç bir duruma düşmek, çıkmaza girmek. "Şimdi şapa oturduk işte, yardım alacak kimse de yok ortalıkta."Sarı çizmeli Mehmet Ağa Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen dolaş olmak Birbirine sarılıp kucaklaşmak, birbirini iyice kucaklamak. "Anne oğul sarmaş dolaş oldular meydanda."Sarpa sarmak Bir iş, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek. "İşler iyice sarpa sardı, nasıl kurtulacağız bundan."Şart koşmak Bir işin yapılmasını önceden bir şarta bağlamak. "Para almadan, vermeyeceğini şart koş ona."Şaşkın bakkal Hesabını şaşıran savmak Eldeki malı veya eşyaları yok pahasına satmak, ucuza satıp tüketmek. "Ne varsa satıp savacak, öyle gelecek."Sayıp dökmek Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya sıralamak. "Ne sözler sayıp döktü ama kimse anlamadı."Sazına bülbül koymak Çok güzel saz etmek Bolca vermek, olmak Ayakta duramayacak hâle gelmek. "Adam bir vuruşta sedyelik oldu."Sefalar getirdiniz Eskiden çok kullanılan hoş geldiniz olmak Bir işe eldeki tüm imkânları kullanarak girişmek. "Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu."Sel önünden kütük kapmak Zor bir iş verip borçlu çıkmak Küçük bir ilgi göstermek karşılığında hemen kendisine bir iş sabahı kesmek Dostluğu, arkadaşlığı, ahbaplığı kesmek, her türlü ilişkiye son vermek; selamına bile karşılık vermemek. "Onunla selamı sabahı kesmişsin diyorlar, doğru mu?"Sen giderken ben geliyordum "Ben bu oyunları senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın." anlamında sağ ben selamet Yapacak bir şey kalmamak anlamında bir sağ ben selâmet İş sonuçlandı, artık yapacak bir şey kalmadı. "Nihayet bütün mallar satıldı, bundan sonra sen sağ ben selâmet."Senet vermek 1. Yazılı, imzalı belge vermek. 2. "Bu işin böyle olduğuna inanmanı istiyorum" anlamında tatlı can da benim ki elinki patlıcan mı? "Senin canın kıymetli de benimki kıymetli değil mi?" anlamında benli olmak Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak."O kadar senli benli olma yabancılarla."Sepet havası çalmak Birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak. "Demek bize de sepet havası çalacakmış, görürüz bakalım!"Ser verip sır vermemek Dürüst, güvenilir, ağzı sıkı olmak; ne kadar zorlanırsa zorlansın kimseye sırrını söylememek. "Bu ordunun ser verip sır vermeyen yiğitlere ihtiyacı vardır."Sere serpe Rahatça, sıkışık olmayarak, açılıp saçılarak, çekinmeden, serbestçe. "Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum."Şeref vermek Onurlandırmak, yapıp ettikleriyle övünç kaynağı korumak Onurunu, kişiliğini kediye yüklemek Parasını yiyip bitirmek, işini ve parasını kaybetmek, batırmak. "Desene sermayeyi kediye yüklemişsin sen!"Ses çıkarmamak 1. İtiraz etmemek, hoş görerek karşı çıkmamak. 2. Hiç konuşmamak, susmak. "Kendisine söylenen o kötü sözlere nasıl ses çıkarmadı şaşıyorum."Ses seda çıkmamak 1. Hiçbir tepki görülmemek. 2. Haber çıkmamak. "Ses seda çıkmadı hiçbir komşudan."Ses vermemek 1. Herhangi bir sesi çıkarmamak. 2. Bir çağrıya kulak vermemek. "Adam evdeydi ama hiç ses vermedi."Şeşi beş görmek İyi görmemek, beş görmek Yanlış görmek, görüşünde aldanmak. "Şeşi beş gördüm herhalde."Sesini kesmek 1. Söylemekte iken susmak, bir şey söylemez olmak. 2. Bir kişiyi söylerken susturmak, artık söyletmemek. "Şunun sesini kesin, yoksa çıldıracağım!"Şeyhin kerameti kendinden menkul Çok büyük işler yaptığını belirtiyor ama bunu doğrulayacak ne kanıt ne de kimse var kalmak Bir olay karşısında hiç tepki göstermemek, işe karışmamak. "Öğrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdı."Şeytan çekici Sevimli ve akıllı diyor ki İçinden zararlı bir şeyler yap diyen diyor ki! "İçimden şu kötü işi yap, doğru yoldan ayrıl eğilimi geçip duruyor" anlamında kullanılır. "Şeytan diyor ki git şunu bir güzel döv."Şeytan dürtmek Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak. "Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü herhalde."Şeytan görsün yüzünü "Onunla hiç görüşmek, bir arada bulunmak istemiyorum" anlamında kulağına kurşun İyi bir durumdan, işten gidişten söz ederken "Aman nazar değmesin, Allah kötülerin şerrinden korusun, şeytandan uzak bulundursun." anlamında uymak Dinin emirleri dışına çıkmak, haram olan işlere bulaşmak, doğru yoldan ayrılmak. "Şeytana uyup da tekrar kumara başlayacak diye korkuyorum."Şeytanın art bacağı Çok afacan ve yaramaz çocuk.Şeytanın ayağını kırmak 1. Aksiliği, uğursuzluğu yenmek. 2. Herhangi bir sebepten ötürü yapamadığı bir şey yapmak. "Haydi, şu şeytanın bacağını kır da bize gel."Şeytanın yattığı yeri bilmek Çok kurnaz ve açıkgöz olmak; bilinmesi, hatırlanması güç şeyleri bilmek; pek çok şeyden haberdar olmak. "O ne tilkidir bilemezsin, şeytanın yattığı yeri bile bilir."Şifayı bulmak / kapmak Hastalanmak. "Burnum akıyor, yine şifayı kapacağız desene."Şifayı kapmak baştan Yapılan işi beğenmeyerek yeniden süpürmek 1. Ortada ne varsa hepsini yemek. 2. Hepsini alıp götürmek, yok etmek. 3. Ortalığı temizlemek. "Evi çarçabuk silip süpürdüm."Şimdiden tezi yok Hemen, hiç durmadan, hiç vakit kaybetmeden. "Şimdiden tezi yok, ne yapılacaksa yapılmalıdır."Şimşek gibi Büyük bir üzerine çekmek Söz ve davranışlarıyla çevresindekileri kızdırmak; rahatsız etmek; sert eleştirilerine, saldırılarına hedef ve neden olmak. "Boşu boşuna şimşekleri üzerine çektin."Sinek avlamak Satış yapamamak, iş ve müşteri olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak. "Sabahtan beri sinek avlayıp duruyoruz."Sinekten yağ çıkarmak Hemen her şeyden, olmayacak şeyden bile çıkar sağlamaya çalışmak; yarar ummak. "Öyle açıkgözdü ki sinekten bile yağ çıkarırdı."Sineye çekmek Bir zarara, hoş olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranışa ister istemez katlanmak. "Uzun yıllar kocasının geçimsizliğini, kabalığını sineye çekti durdu."Sinirleri alt üst olmak Haddinden fazla sinirlenmek; ne yapacağını şaşırmak, boşanmak Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da gergin olmak En ufak bir olay çıktığı anda tepki gösterecek kadar sinirleri bozuk olmak. "Sinirleri çok gergin, üstüne varmayın."Sinirleri yatışmak Öfkesi veya kızgınlığı geçmek, sakinleşmek. "Çok şükür öfkesi yatıştı, şimdi konuşabilirsiniz."Sinirlerini bozmak Kızdırmak, kalmak Tek başına, çaresiz ortada kalmak. "Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum."Şirazesinden çıkmak Bozulmak, çığırından çıkmak, düzenini akıllı Kimsenin aklını beğenmeyen, düşünceleri kimseninkine benzemeyen, acayip fikirleri olan. "Hangi sivri akıllıya uydunuz da böyle yaptınız!"Sıcağı sıcağına Hemen, olayın üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan. "Sıcağı sıcağına gidip onları barıştırmayı düşündü."Sıcak kanlı Sevimli, cana yakın, sempatik. "Ne kadar sıcak kanlı bir çocuk."Sıcak yüz göstermek Yakınlık göstererek karşılamak. "Biraz sıcak yüz gösterseydin günaha mı girerdin?"Sıdkı sıyrılmak Birinden soğumuş olmak, tiksinmek. "Bir kez sıdkım sıyrıldı o adamdan."Sıfıra sıfır, elde var sıfır "Hiçbir şey elde edemedik, bütün çalışmalar boşa gitti" anlamında tüketmek 1. Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek. 2. Gücü kalmamak. "Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi."Sık boğaz etmek Bir şey yaptırmak için birini zorlamak, baskı altına almak. "Tamam yapacağız, sık boğaz edip durmayın."Sıkı durmak Güçlü, dayanıklı olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak. "Sıkı dur, şut çekeceğim."Sıkı fıkı Çok samimi, birbirine çok bağlı, içten ve teklifsiz. "Onlar kadar sıkı fıkı insan görmedim."Sıkı tutmak Önem vermek. "İşleri sıkı tutmazsan böyle olur işte."Sıkıntı basmak Çok daralmak, sıkılmak, can sıkıntısı duymak, ruhen boşlukta olmak. "Otobüste beni bir sıkıntı bastı, dokunsalar patlayacaktım hani!"Sıkıntı çekmek 1. Zorluk, darlık ya da yoksulluk içinde yaşamak. 2. Ruhen tedirginlik duymak. "Hiç sıkıntı çekmedim desem yalan olur."Sıkıntıya gelememek Kendini dara düşürücü işlere dayanıklı olamamak, bu işleri yapma yeteneği diye geçmek Ansızın, birdenbire küpü Çok şey bilen, çok şey bildiği hâlde kimseye olmak Aklın eremeyeceği biçimde ortadan gibi İnce yapılı olmasına mukabil güçlü, dayanıklı. "Sırım gibi delikanlı olmuş."Sırra kadem basmak Bir kimse ortalıktan yok olmak. "Sırra kadem bastı adam!"Sırtı kaşınmak Söz ve davranışları ile dayak yemeyi hak etmiş geçinmek Asalak yaşamak, birinin kesesinden sağlamak. "Yeter artık onun bunun sırtından geçindiğin, biraz da sen çalış çabala!"Sırtını dayamak 1. Güçlü bir yere veya birine güvenmek. 2. Bir yere dayanmak ya da yaslanmak. "Sırtını babasına dayamış atıp tutuyor, her dilediğini yapıyor."Sırtını yere getirmek 1. Üstün gelmek. 2. Güreşte rakibi sırt üstü yere yatırarak yenmek. "Onun sırtını kimse kolay kolay yere getiremez."Sıtma görmemiş ses Gür ve kalın çekmek Sorgulamak, yapıp ettiklerinin hesabını almak Üşüyüp hastalanmak. "Soğuk almışım, öksürüp duruyorum."Soğuk duş etkisi yapmak Ansızın bildirilen tatsız bir haber karşısında olumsuz bir tepki kanlı Serin kanlı, kolayca kızmayan, heyecana kapılmayan, telaş etmeyen. "Helal olsun, ne soğuk kanlı davrandı."Soğuk nevale Sevimsiz, söz ve davranışları sıcak olmayan, insanlardan uzak duran afakı tutmak Herkes tarafından bilinir hale düşmek 1. Bir şey çoğalıp değerini yitirmek. 2. Kötü yola sapmak. "Kimsesiz olduğu için itilip kakıldı, sonunda sokağa düştü zavallı."Sokak süpürgesi Evinde oturmayıp çok gezen, sürtük etmek Bir şey çıkagelmek, art arda gelmek, birbiri ardından görünmek. "Göçmen kuşlar ufuktan sökün ettiler."Solda sıfır kalmak "Hiçbir değeri ve önemi yok" anlamında kullanılır. "Senin yaptığın iş benimkinin yanında solda sıfır kalır."Soluğu kesilmek Nefes alamaz olmak, gücü tükenmek. "Bu yokuş soluğumuzu keseceğe benziyor."Soluk aldırmamak Çok sıkı çalıştırmak, dinlenmesine fırsat soluğa Zor nefes alarak; heyecan, telaş, yorgunluk veya bitkinlikle; koşmaktan güçlükle, sık sık soluyarak. "Soluk soluğa içeri girdi."Şom ağızlı Kötümser, olayları devamlı kötüye yoran kimse .Şom ağızlı Hemen her olayı kötüye yoran, kötü şeyler olacağını söyleyen, ileri sürdüğü ihtimallerin gerçekleşmesinden korkulan kimse. "Milleti korkutup durma, kapa şu şom ağzını da rahatlayalım."Son kozunu oynamak Elindeki son imkanı kullanmak, son çareye görme Sonradan zenginleşerek gösteriş, kibarlık, övünme gibi davranışlarda bulunan. "Sonradan görme ne olacak!"Sorguya çekmek Bir kimseye yaptıklarından ötürü sorular sormak ve cevaplarını istemek. "Mahkûmu hemen sorguya çekmişler."Şöyle bir bakmak 1-Üstünkörü 2-İnceler gibi manalı böyle 1. Ne iyi ne kötü, orta derecede. 2. Hemen hemen, aşağı yukarı, yaklaşık olarak. "Şöyle böyle üç yıl oldu onunla görüşemedik."Söyleye söyleye dilimde tüy bitti Çok öğüt verdiği halde sözü dinlenilmeyen insanların içinde bulunduğu durumu soğana çevirmek 1. Her şeyini, varını yoğunu elinden almak. 2. Hırsız bir yeri ya da kişiyi iyice soymak. "Dükkânı soyup soğana çevirmişler."Söz laf işitmek Paylanmak, azarlanmak, biri kendisine darılmak. "Durup dururken babamdan söz işittik yine."Söz açmak Bir konu hakkında konuşmaya başlamak. "Toplantıda felsefeden söz açtı."Söz altında kalmamak Bir kimsenin kendisini inciten sözüne benzer şekilde cevap vermek. "Benim söz altında kalacağımı sanıyordu."Söz ayağa düşmek Bir konu, herkesin ağzına dökülmek, sorumsuz ve yetkisiz kimselerin düşünce bildirdikleri duruma bir Allah bir "Verdiğim sözü yerine getireceğim, ondan dönmeyeceğim; Cenab-ı Hakk'ın bir olduğunda şüphe yoktur; ona nasıl inanıyorsam, verdiğim sözün doğruluğuna da inanın" anlamında birliği etmek Bir olayla ilgili olarak aynı şeyleri söylemek üzere anlaşmak, aynı görüşte olmak. "Onunla söz birliği mi ettiniz?"Söz çıkmak 1. Ortalıkta bir rivayet dolaşmak. 2. Hakkında dedikodu yapılır olmak. "Bir daha görüşmek istemiyorum, hakkımızda söz çıkacak diye korkuyorum."Söz dinlemek Verilen bir öğüdü, bir sözü tutmak, davranışlarını buna uydurmak. "Sözümü dinleseydin başına bunlar gelmezdi!"Söz geçirmek Dediğini yaptırmak. "Oğluna söz geçirdin mi ki bana karışıyorsun?"Söz gelmek Bir davranışından veya sözünden ötürü eleştiriye uğramak, kötülenmek, yakınları kendisine götürmez Gerçekliği, doğruluğu kesin ve açık olan; tersi savunulamayan. "Söz götürmez işler bunlar."Söz kaldırmamak Onu inciten, onuruna dokunan söze dayanamayıp karşılık verir olmak. "Bu sözleri kaldırmamı beklemiyordun herhalde?"Söz kesmek Evlenmek için anlaşıp kesin karar vermek. "Söz kesildi, iki ay sonra düğün olacak."Söz sahibi olmak Herhangi bir konuda konuşmaya yetkisi bulunmak. "Bu şirketin alım ve satımında söz sahibi olmadığımı da kim söylemiş?"Sözde kalmak Yapılması kararlaştırılmış bir iş gerçekleşmemek. "Sözde kalacaksa konuşmamızın bir anlamı yok."Sözü bir şeye getirmek Konuşurken asıl üzerinde durmak istediği meseleye üstü kapalı değinmek, bu konunun üzerinde konuşulmasını sağlamak. "Söylesene açıkça, sözü nereye getirmek istiyorsun?"Sözü ağzında bırakmak Söylemekte olduğu şeyi bitirmesine fırsat vermemek, engel bağlamak Konuştuklarını bir sonuca vardırmak, konuşmayı sonuçlandırmak. "Sözü bağlamasına az bir zaman kalmıştı ki bir gürültü koptu."Sözü çiğnemek Söyleyeceklerini açık ve kesin ortaya koyamamak, istediğini kesmek 1. Söyleyeceklerini bitirmeden susmak. 2. Başkasının konuşmasına engel olmak. "Bir anda sözünü kesip kürsüden indi."Sözüm meclisten dışarı "Konuşmam arasında hoşunuza gitmeyecek, kaba olabilecek, ağza alınması doğru olmayan sözler kullanacağım ancak bunların sizinle ilgisi yoktur" anlamında ona "Güya, sanki, sözde" anlamlarında durmak Verdiği sözün gereğini yerine çıkmamak Birinin isteklerine, öğütlerine kulak vermek, o ne derse onu gelmek En sonunda karşı çıktığı kimsenin fikrini kabul etmek. "Demek sözüme geldin, o hâlde gidelim."Sözünü balla kestim "Sözünüzü kesmemi hoş görün; özür dilerim, sözünüzü kesmek zorunda kaldım" anlamında esirgememek Ne düşünüyorsa söylemek, kimseden çekinmemek, karşısındakini kıracağım diye kaygılanmamak. "Ondan sözümü esirgeyecek değilim, tamam mı?"Sözünü geri almak Söylemiş olduğu sözün doğru olmadığını kabul ederek söylenmemiş sayılmasını istemek. "Sözünü geri al, yoksa karışmam!"Sözünü tutmak 1. Verdiği sözü yerine getirmek. 2. Birinin verdiği öğüde uymak. "Babanın sözünü tut, zararlı çıkmazsın."Sözünü yabana atmamak Bir kimsenin söylediklerine önem vermek. "Öğretmenin sözünü yabana atma sakın."Sözünün eri olmak Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren bir kişi olmak. "Ona güvenin, o sözünün eri olan birisidir."Su dökünmek Yıkanmak. "Buz gibi havada bile su dökünmekten kaçınmaz."Su gibi akmak 1. Zamanın çok hızlı geçip gitmesi. 2. Bol bol gelmek ya da gitmek para, yiyecek vs.. "Para su gibi akıyor, o harcamayacak da ben mi harcayacağım?"Su gibi bilmek Çok iyi, yanlışsız bilmek veya okumak. "Senin konunu da su gibi biliyorum."Su gibi ezberlemek Çok iyi, yanlışsız ve takılmadan söyleyebilecek ölçüde gibi gitmek Bol bol harcamak. "Paralar su gibi gitti."Su götürmez Kesin, başka bir yoruma açık olmayan. "Şu anlattıkları su götürmez gibi geliyor bana."Su götürür olmak Çeşitli yorumlara elverişli içinde kalmak Çok terleyip sırılsıklam olacak biçimde katılmamış Saf, katıksız, bozulmamış, başka bir etkiyle değişmemiş olan, koyvermek 1. Sebze ve et pişerken suyunu salıvermek. 2. Cıvıtmak, sözünde durmamak. "Su koyvermeden çalışamaz mısın sen?"Su yüzü görmemiş Hiç yıkanmamış, çok kirli. "Günlerce hapiste kaldım, su yüzü görmedim hiç."Su yüzüne çıkmak Belli olmak, aydınlanmak. "Bu işin asıl sebepleri su yüzüne çıkacak, sen de gününü göreceksin."Sucuk gibi ıslanmak Baştan aşağı, elbisesinin ve vücudunun her yanına su değmek. "Hortumu üstüme tutup beni sucuk gibi ısladı."Sudan cevap Üstünkörü, tutar yanı olmayan, baştan savma cevap. "Ne sordumsa sudan cevaplar aldım."Sudan ucuz Çok ucuz, adeta bedava gibi. "Sizin orada elbiseler sudan ucuzmuş öyle mi?"Süklüm püklüm Korkup çekinerek, ezilip büzülerek, utanıp sıkılarak. "Süklüm püklüm yanımıza geçiştirmek Asıl mesele üzerinde bir şey konuşmamak, sessizce etmek Cıvıklık etmek, taşkın hareketlerde bulunmak, ciddi davranmamak. "Sululuk etmeyi bırak da çalışmaya bak."Şundan bundan Belli belirsiz, önemsiz şeyler. "Eh işte, şundan bundan konuşup durduk."Sünger çekmek Unutmak, silmek, hiçbir şey olmamış saymak. "Sen o işin üzerine bir sünger çek hele."Süngüsü düşük Eski atılganlığı, neşesi, canlılığı, etkinliği kalmamış. "Bir hayli süngüsü düşük çıktı müdürün yanından."Şunu bunu bilmem Mazeret kabul etmem,özür bunu bilmemek İtiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek, bahane istememek. "Şunu bunu bilmem, yarın akşam sizi bekliyoruz."Şunun şurası Küçümseme, azımsama, yakın bir yer belirtmek istendiğinde kullanılır. "Şunun şurası on adımlık yer, gelmeyecek misin?"Şüphe kurdu Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku. "Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor."Surat asmak Kaşlarını çatıp yüzüne küskün ve dargın bir anlam bir karış Öfkeli, kızgın, üzüntülü ve somurtkan. "Yanına vardığımızda suratı bir karıştı."Suratını ekşitmek Hoşnutsuzluğunu yüz ifadesiyle belli etmek. "Bütün gün suratını ekşitip durdu."Sürüden ayrılmak Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir yol takip etmek. "Sürüden ayrılanı her zaman kurt kapar mı?"Sürüncemede kalmak Gecikmek, bir türlü sonuçlanamamak, askıda kalmak. "Bizim iş sakın sürüncemede kalmasın çocuklar!"Sus payı Bir kimseye bildiklerini söylememesi karşılığında verilen para, dökmüş kedi gibi Bir kabahat işleyip de bu kabahatinden dolayı utanan, korkan, çekinen kimsenin durumunu anlatmak için kuzusu 1. Henüz meme emen kuzu. 2. Çok küçük bebek, yavru, korunması gereken küçük çocuk. 3. Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş kimse. "Daha süt kuzusu o, nasıl kıyılıp da vurulur ona?"Süt liman olmak Dingin, gürültüsüz, sakin olmak. "Ortalık bir anda süt liman olmuştu."Sütü bozuk Mayası bozuk, kötü soydan gelen ve ahlâksızlık eden kimse. "Senin gibi sütü bozuklara selam verilir mi?"Sütüne havale etmek Karakterine,insanlık duygusuna götürüp susuz getirmek Birinden çok kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akıllı ve kabiliyetli sabuna dokunmamak Sakıncalı konulardan uzak durmak, davranışlarıyla birilerini incitmeyecek yol tutmak. "Başına gelen son beladan sonra suya sabuna dokunmamaya karar verdi."Suyu bulandırmak İyi, olumlu, yolunda giden bir işi art niyetle karıştırmak. "Sen de suyu bulandırmasan olmaz değil mi?"Suyu kaynamak İş başından uzaklaştırılması zamanı yakın olmak. "Sen de suyu kaynayanlar arasında yer alıyorsun."Suyu mu çıktı? "Beğenilmeyecek nesi var, ne kusurunu gördün ki orada kalmıyorsun?" anlamında nereden geliyor? "Bu işi yürütmek için harcanan para hangi kaynaktan sağlanıyor." anlamında başı 1. Suyun çıktığı yer, kaynak. 2. En çok yarar sağlanacak yer. 3. Bir iş için en önemli, iş en son kendisinde bitecek kişi, mevkii. "Yorgun bedenlerini suyun başındaki çimenlerin üstüne bıraktılar."Suyunca gitmek Bir kimseyi öfkelendirmeyecek biçimde hareket edip davranışlarını onun isteğine, eğilimlerine uydurmak. "Aman kızım kocanın suyunca git de sana zarar vermesin."Suyunu çekmek 1. Yemek çok kaynayıp hiç suyu kalmamak. 2. Bir şeye özellikle de para harcanıp tükenmek. "Paralar suyunu çekti, ağanın da forsu bitti."Suyunun suyu Çok uzaktan ilgisi bulunan tabana zıt Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı. "Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler."Taban tepmek patlatmak Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek. "Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim."Tabana kuvvet "Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı" anlamında kullanılır. "Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!"Tabanları kaldırmak Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak. "Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı."Tabanları yağlamak 1. Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak. 2. Hızlıca koşarak gitmek gitmek Araçla değil de yürüyerek olmak İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak. "Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler."Tadı damağında kalmak Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak. "O kebabın tadı damağımda kaldı."Tadı tuzu kalmamak Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak. "İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı."Tadına bakmak Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak. "Yemeğin tadına baktın mı?"Tadına varamamak Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak. "Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha."Tadında bırakmak Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak. "Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa."Tadını almak 1. Bir şeyin lezzetini almak. 2. Yaptığı işten zevk duymaya başlamak. "O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz."Tadını çıkarmak Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkanlardan istediği gibi yararlanmak. "Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım."Tadını kaçırmak Zevkini bozmakTadını kaçırmak Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki köy eksik Aklı noksan, deli. "O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!"Takım taklavat Hepsi, parçalarıyla takıştırmak Çok takıştırmak Özenerek süslenmek. "Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa."Takke düştü kel göründü Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya yar olmak Şansı yardım adamını bulmak 1. En uygun kişiyi seçmek. 2. En uygunsuz kişiyi seçmek. "Tam adamını bulmuşsunuz hani!"Tam takır kuru bakır İçinde hiçbir şey yok, bomboş. "Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler."Tam üstüne basmak İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü atmak / ağarmak / sökmek Gün doğmaya başlamak, şafak sökmek. "Köyümüze vardığımızda tan atıyordu."Tanrı misafiri Eve kendiliğinden gelen konuk. "O bir Tanrı misafiridir. Nasıl kalk git diyebilirim."Tantuna gitmek tutmak Bir yanı desteklemek, yan çıkmak. "Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?"Tarihe karışmak Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok atmak Birine dokunacak, onu incitecek söz attı da kolu mu yoruldu? "Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?" anlamında çatlasa "Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız" anlamında kullanılır. "Taş çatlasa bu elbise otuz lira eder."Taş çıkartmak Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak. "Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor."Taş kesilmek Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek. "Çocuk sanki taş kesilmişti."Taş üstünde taş bırakmamak koymamak Her şeyi yıkıp yerle bir etmek. "Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar."Taş yağar kıyamet kopar Felaket ve korkunç zaman .Taş yürekli Acıması olmayan yürekli Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz. "Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler."Taşa tutmak Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak. "Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular."Tasamın on beşi Umrumda değil gediğine koymak Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde sıksa suyunu çıkarmak Bedence çok kuvvetli, dinç kimse. "Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!"Tası tarağı toplamak Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak. "Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk."Tatlı dil Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz. "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır."Tatlı sert Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da su firengi Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu bağlamak Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak. "Nihayet işi tatlıya bağladık."Tava gelmek 1. Yumuşamak, kanmak. 2. Süzülecek duruma gelmek. "Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi."Tava getirmek Gereği kadar getirmek Bir işi en uygun duruma getirmek. "Tavına getirip söyle."Tavır almak takınmak Belli bir durum ve davranış almak. "Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum"Tavşan yürekli Korkak, ürkek, çekingen. "Amma da tavşan yürekli bir adammışsın."Tavşana kaç tazıya tut Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında suyunu suyu İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için dönmek 1. Oldukça zayıflamış olmak. 2. Sırılsıklam, çok ıslanmış gezmek Tanınmamak için kılık değiştirerek olmak Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak. "Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor."Tebeşire peynir bakışlı İyi görmeyen şaşı olan koymak Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak. "Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma."Tekbir getirmek "Allah-ü ekber" diyerek Allah'ın adını çomak sokmak Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak."Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler."Tekin değil 1. İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer. 2. Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse. "O eski ev tekin değil diyorlar."Tel çekmek 1. Telgraf çekmek. 2. Telle sınırlandırmak, telle düşmek Heyecanlanmak, aceleci pullanmak Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek. "Gelini bir güzel telleyip pulladılar."Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu atmak 1. Bir yapının temellerini yapmaya başlamak. 2. Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek. "Evin temelini yarın atacağız inşallah."Temel taşı 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı. "Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır."Temiz para 1. Kesintiden sonra elde kalan para miktarı. 2. Doğru yoldan kazanılmış çekmek Karalama halindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak. "Ödevlerinizi temize çekin."Temize çıkmak Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak. "O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!"Tencere dibin kara seninki benden kara "Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında yuvarlanmış kapağını bulmuş Birbirine uygun ve eşit şeyleri anlatmak için yuvarlanmış kapağını bulmuş İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar pişirip kapağında yemek Kıt kanat geçinmek, olanıyla tepe kullanmak Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak. "Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan!"Tepeden bakmak Küçümsemek, kendini üstün görmek. "İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün."Tepeden inme 1. Beklenmedik, şaşırtıcı, ansızın gelen. 2. Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir. "Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına."Tepeden tırnağa kadar Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu. "Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı."Tepesi atmak Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek. "Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı."Tepesi üstü Tepe taklak, başı yere gelmek üzere. "Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü."Tepesinde havan dövmek Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız başından kaynar su dökülmek Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak. "Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü."Tepesine binmek 1. Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak. 2. Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak. "Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu."Ter dökmek 1. Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek. 2. Çok terlemek. "Bu işi başarmak için az ter dökmedi."Terbiyesini vermek Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse olmak Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, yağından kıl çeker gibi Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak. "Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi."Tereciye tere satmak Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye tarafından kalkmak Aksi, huysuz ve ters olmak. "Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun."Ters yüz etmek İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek. "Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim."Ters yüz geri dönmek İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri bulmak etmek Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak. "Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim."Teslim bayrağı çekmek 1. Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak. 2. Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak. "Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın."Teslim olmak 1. Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek. 2. Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak. "Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!"Teşrif etmek Onurlandırmak, olmak Her an uyanık ve hazır bulunmak. "Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi?"Tez canlı Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan. "Bu kadar tez canlı olma!"Tez elden Çabucak, bir an önce, çarçabuk. "Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!"Tezgâhı kurmak İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya eline vermek Kovmak, işten atmak, işine son basa doldurmak Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak. "Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kârdır."Tıka basa yemek Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek. "Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını."Tımarhane kaçkını Delice işler yapan tıpış yürümek 1. Kısa adımlarla çabuk yürümek. 2. İster istemez bir yere etmek 1. Saç, sakal benzeri tıraş işini yapmak. 2. Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak. "Yeni berber iyi tıraş yapamıyor."Tırnak göstermek Gözdağı vermek, atmak 1. İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek. 2. Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak. "Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu."Tohuma kaçmak Yaşlanmak, evlenme çağı geçip evin aç kedisi Varlıklı olduğu hâlde doymayan, ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen kimse. "Bu çocuk da tok evin aç kedisi."Tok gözlü Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; sözlü Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen. "Rahmetli tok sözlü bir insandı."Tokat aşketmek Ansızın el içi ile basmak Tuzağa düşmek. "Çok kötü bastı tongaya."Top atmak İflas etmek. "Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım."Topa tutmak 1. Bir yeri top ateşi altında bulundurmak. 2. Bir kimseye kırıcı, ağır sözler bol olsun Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için "Allah rahmet eylesin" topu Azımsanan şeyler için olup olacağı, yalnızca, hepsi. "Topu topu beş elma almış."Topun ağzında Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde kondurmamak Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek. "Kızına da hiç toz kondurmuyor."Toz olmak Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak. "Çabuk toz olun buradan."Toz pembe görmek Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak. "Hayatı hep toz pembe görmüştür."Tozu dumana katmak 1. Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak. 2. Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak. "Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı."Tükürdüğünü yalamak Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek. "Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim, gideceğim oraya!"Tümen tümen Pek atmak Dolaşmak, dolaşıp gelmek. "Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin."Türkü yakmak Bir türküye ezgi uydurmak. "Sevdiği kıza yanık bir türkü yakmış diyorlar."Türküsünü çağırmak Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak, söz söylemek, onun tarafını tutmak. "Ömrümce onun bunun türküsünü çağırıp durdum, yeter artık!"Turnayı gözünden vurmak Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkanını ele gibi Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde. "Merak etme, turp gibi o."Turşu gibi olmak Çok yorgun, bitkin düşmek. "Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç hâlim kalmadı."Turşusu çıkmak 1. Çok yorulmak. 2. İyice ezilmek, parçalanmak. "Armutların turşusu çıkmış, yenecek hâlleri kalmamış."Turşusunu kurmak Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir. "Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki."Tut kelin perçeminden Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için dal elinde kalmak Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek, fayda temin edemez koparmak Her girişiminden başarıyla çıkmak, her işi becermek. "O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır, güvenin ona."Tutunacak dalı olmamak Güveneceği, dayanacağı kimse bulunmamak. "Küçüktüm, tutunacak dalım yoktu, tek başımaydım."Tütünü tepesinden çıkmak Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak, çok dikmek Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da diken diken olmak Korku, heyecan, endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek. "Hava buz gibiydi, tüylerim diken diken olmuştu."Tüyü düzmek Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir la buz olmak Kırılıp parçalanmak, çok küçük parçalara ayrılmak, paramparça olmak. "Masadan düşen vazo tuzla buz oldu."Tuz biber ekmek 1. Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek. 2. Bir üzüntünün acısını, bir kusurun ağırlığını daha da artırmak. "İyi yaptın sanki, o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine."Tuzlayayım da kokma Bilip bilmeden konuşanlar, yüksekten atanlar, düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak mal olmak Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak. "Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu."Tuzu kuru Hiçbir derdi, sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan. "Sana göre hava hoş, gülersin, oynarsın, tuzun kuru nasıl olsa."Üç aşağı beş yukarı Az bir farkla, az fazla ya da az eksik olmak üzere, yaklaşık buçuk atmak Çok korkmak, korku içinde olmak, istenmeyen bir durum olacak diye korkup otuzluk Yaşı hayli ilerlemiş kimse.Uç vermek 1. Baş vermek çıban. 2. Bitmek, sürmek bitki. 3. Gelişme, büyüme başlangıcı göstermek. 4. Bilinmeyeni açıklığa kavuşturucu belirtiler ortaya çıkmak. Uçan kuşa borcu borçlu olmak Pek çok kişiye borçlu olmak. Uçan kuştan medet ummak Pek sıkıntıda bulunup, bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye, olmadık yerlere başvurmak, yardım beşe bakmamak Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek, almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak. Uçkuruna sağlam Namuslu, iffetine bucaksız Çok geniş. Ucu dokunmak Bir işten biri zarar görür olmak, söylenen bir söz birine zarar vermek. Ucu ortası belli olmamak Bir işe, söze nereden başlanacağı ucuna Ancak yetişecek kadar. Ucunda bir şey olmak Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak. Ucunu kaçırmak Çıkmaza girmek, denetimi elinden atlatmak Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla sıyrılmak. Ulu orta söz söylemek Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan açığa konuşmak. Uma uma döndük muma Umut edilen, beklenilen şeyler gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayan, kötü durumlara düşen, zayıflayıp gücünü yitiren insanlar için kesmek Artık ummaz olmak, olacağını beklememek, kavuşamayacağını anlamak. Ümitsizliğe düşmek Gerçekleşmeyeceğine, olmayacağına inanmak. Umurunda olmamak Aldırış etmemek, önem kazanmak Adı her yerde duyulmak, şöhreti herkesçe bilinir olmak. Ununu elemiş, eleğini asmış Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için baş Kılık kıyafet, giyim kuşam. Üst perdeden konuşmak 1. Üstünlük taslayarak konuşmak. 2. Çok yüksek sesle konuşmak. Üste çıkmak Suçlu olduğu halde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak. Üste vermek Fazladan ödeme gelmek Becermek, üzerine aldığı işi başarmak, yapmak. Üstü başı dökülmek Kılık ve kıyafeti çok eski olmak, perişan durumda kapalı konuşmak Açık, kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına durmak Bir işe önem vermek, o işle yakından ilgilenmek, uğraşmak. Üstünde kalmak Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak. 2. şu kadar zaman geçmek Aradan şu kadar zaman geçmek. Üstünden atmak Başından savmak, bir şeyi ödev olarak kabul etmemek, başkasını ilgilendirdiğini dökülmek Bir giysi bol ve biçimsiz olmak, üzerine düşmek 1. Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak. 2. Çocuğu sevme ya da korumada çok ileri yatmak oturmak Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal almak 1. Alınmak, bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak. 2. Bir görevi üstlendiğini kabul etmek. Üstüne atmak Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek. Üstüne basmak 1. Yerinde bir fikir beyan etmek. 2. İyice belirtmek. Üstüne bir bardak soğuk su içmek O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, parasını ya da malını almaktan vazgeçmek. Üstüne fenalık gelmek Aşırı ölçüde sıkılmak, çok geçirmek 1. Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak. 2. Bir çocuğu evlât edinmek, kendi nüfusunu kaydettirmek. Üstüne gelmek Bir şey konuşulurken ya da yapılırken gül koklamamak Sevdiği birinden başkasını sevmemek, başkası ile ilişki titremek Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak. Üstüne toz kondurmamak Bir şeyin kusur, eksiği olduğunu kabul tuz biber ekmek Bir üzüntüyü, derdi, kusuru artıracak durum üstüne gitmek 1. Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak. 2. Güç bir şeyden yılmayıp, sonucu tehlikeli de olsa, çekinmeden o şeyle uğraşmak. Üstüne varmak 1. Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek. 2. Bir kadın, evli bir erkekle yıkmak 1. Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek. 2. Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yürümek Yıldırmak, korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da yere geçmek Çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamayıp sanki saklanacak yer aramak. Üvey evlât gibi tutmak saymak Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek. Uyku bastırmak Aşırı derecede uykusu gelmek, uyuma isteği çekmek Rahat ve huzurlu bir şekilde çok gözünden akmak Çok uykusu gelmek, göz kapakları tulumu 1. Uykuyu çok seven kimse, çok uyuyan. 2. İçine girilerek yatılan tulum biçimindeki yatak. Uykusu kaçmak 1. Uyuması gerekirken herhangi bir sebepten ötürü uyuyamamak. 2. Bir sorun yüzünden kaygılanmak, endişe almak Gerektiği kadar uyumuş dalmak Rahat ve derin bir şekilde uyanık Yarı ileriyi görmek Gelecekte ne olacağını sezmek, kestirmek. Uzaktan uzağa 1. İlgisi pek az olan. 2. Çok üzüm üzülmek Haddinden fazla, çok boylu 1. Boyu uzun olan. 2. Uzun süre. 3. Derinlemesine, ayrıntılarıyla. Uzun etmek 1. Nazlanmak, sözünde direnmek. 2. Sözü uzatmak, tartışmayı sürdürmek. 3. Aşırı hikâye Pek çok ayrıntıları bulanan, anlatması uzun sürecek, anlatılmadan da anlaşılamayacak olan olay ya da lafın sözün kısası Özetle, kısaca, sözü uzadıya Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına gelmek yetmek 1. Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek. 2. Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek. Vakit geçirmek Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak. Vakit kazanmak 1. Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak. 2. Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak. Vakitli vakitsiz Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı almak Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı öldürmek Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere şaşmamak Tam zamanında. Vara yoğa karışmak Her şeye, üstüne lazım olsun olmasın her işe karışmak. Varlık göstermek Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek. Varlıkta darlık çekmek Elinde her imkan olduğu halde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya canına! Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için boynuna olmak Bir işin günahını vermek Gereksiz bir heyecana, telaşa düşürmek. Verip veriştirmek Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek. Veryansın etmek Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni çevirmek Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap vıdı etmek Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek. Vız gelmek vız gelip tırıs gitmek Hiç önemsememek, aldırış vurmak Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun atmak Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek. Vücuda getirmek Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek. Vücudunu ortadan kaldırmak abalıya Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesi; sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu dedikse öldür demedik ya! Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış patlasın çal oynasın Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını yerden ses getirmek Eli ağır olmak, çok kuvvetli Kör Ayvaz Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız güç Çok etkin silahlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik. Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli "Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın." anlamında devlet başa, ya kuzgun leşe "Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak" anlamında herrü herro ya merrü merro "Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız" anlamında sabır çekmek Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah'tan kendisine sabır vermesini atmak Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak."Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme."Yabancılık çekmek Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak."Ona hiç yabancılık çektirmedi."Yad eller 1. Baba ocağından uzak yerler, gurbet. 2. Yabancı kimseler, yabancılar. "Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim."Yâd etmek Anmak, hatırlamak. "Seni her gün yad ederiz buralarda."Yağ bağlamak Semirmek, üzerine biriken yağ bal olsun "Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun" anlamında tulumu Çok şişman, çok yağlı. "Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese."Yağcılık etmek Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak. "Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu."Yağlı ballı olmak Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak. "Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı."Yağlı kapı Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer. "Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı."Yağlı kuyruk Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse. "Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!"Yağlı müşteri Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı. "İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı."Yağma gitmek Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak. "Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş!.."Yağma Hasan`ın böreği Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen yok "Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin" anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için yağarken küpünü doldurmak Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek. "Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun."Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle pazarlığı Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık. "Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen."Yaka paça Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak götürmek. "Polisler adamı yaka paça götürdüler."Yaka silkmek Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek. "Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de."Yakadan atmak Savıp kurtulmak, başından atmak. "İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum."Yakası açılmadık Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, sarılmak İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak. "Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu."Yakasına yapışmak Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak. "Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım."Yakasını bırakmamak Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak. "Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan."Yakasını kaptırmak Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış ele vermek Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek. "Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi."Yakayı kurtarmak Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak. "Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim."Yakayı sıyırmak Kurtulmak, kaçmak. "Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık."Yakınlık duymak Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek. "Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı."Yakışık almamak Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak. "Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı."Yalan dolan Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış. "Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir."Yalan yere Gerçeğe uygun olmayarak. "Yalan yere adamı şikâyet ettiler."Yalancı pehlivan Sözde pehlivan Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı. "Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin."Yalancısı olmak Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak. "Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş."Yalayıp yutmak 1. İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek. 2. Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek. "Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu."Yalova kaymakamı Değersiz olduğu halde çalım satan kişilere vurmak İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek. "Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu."Yalvar yakar olmak Çok yalvarıp bakmak Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak. "Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!"Yan basmak 1. Aldanmak. 2. Kaypaklık edip dürüst davranmamak. "Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme."Yan çizmek Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak. "Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları."Yan gelip yatmak Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak. "Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar."Yan gözle bakmak 1. Kötü niyetle, düşmanca bakmak. 2. Göz ucuyla bakmak. "Tezgâhtaki mallara yan gözle bakıp geçti."Yan tutmak Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak. "Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur."Yan yan bakmak Düşmanca, kötü niyetle çarklı 1. Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay. "Usta, iki yandan çarklı yap!" 2. Bir omuzu düşük olarak yürüyen. 3. Çarkı yanda olan var diye bağırmak Bir şeyden çok bıkmak, körükle gitmek Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak. "Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?"Yanık ses Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren kâr kalmak Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak. "Adamın yaptığı yanına kâr kaldı, nasıl adalet bu?"Yanına bırakmamak Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek. "Bunu, onun yanına bırakmayacağım."Yanına salâvatla varılır Çok öfkeli, kızgın ve bile geçmemiş Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok. "Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş."Yanıp tutuşmak 1. Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak. 2. Kuvvetli bir aşkla sevmek. "Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu."Yanıp yakılmak Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak. "Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu."Yanlış ata oynamak Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış kapı çalmak İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak. "Meğer biz yanlış kapı çalmışız."Yapmadığını bırakmamak Bütün kötülükleri yapmak, eziyet bilmemek Aklı başında açmak 1. Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak. 2. Büyük dert, acı, üzüntü vermek. "Onun sözleri içimde bir yara açtı."Yaraya merhem olmak Acil ihtiyaçları karşılamak. "Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?"Yardan atmak Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak. "İnsan dostunu yardan atar mıymış?"Yarı buçuk Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan yolda bırakmak Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek. "Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın."Yarım adam Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse. "Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!"Yarım ağızlı söylemek İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce söylemek. "Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler."Yarım yamalak Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu. "Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!"Yarından tezi yok En kısa zamanda, çok çabuk, Dökmek Ağlamak. "Senin için az yaş dökmedi ailen."Yaş tahtaya yere basmamak Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak. "O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir."Yaşını başını almış olmak Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak. "Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır."Yaşını içine akıtmak Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini düşmek Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak. "Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız."Yatak yorgan yatmak Çok hasta olmak. "Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor."Yataklık etmek Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, yapmak Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak. "Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık."Yavaş gel "Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma" anlamında kalmak 1. Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak. 2. Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak. "İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?"Yayan yapıldak Çıplak ayakla, yayan. "Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek."Yaygarayı basmak Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek. "Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı."Yaz boz tahtasına çevirmek Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir kürküm ye Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için almak Bağlayarak arkasından çekip canlı Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan. "Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?"Yedi düvel Bütün devletler, herkes, bütün dünya. "İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz."Yedi iklim dört bucak Hemen her yer, bütün dünya. "Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu."Yedi kat yabancı El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok. "Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor."Yediden yetmişe En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes. "Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu."Yediği naneye bak Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için naneyi kokutmak Uygunsuzluğunu ortaya tutmak Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek. "Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır."Yel kayadan ne alIr İmkansız bir durumu belirtmek için yeperek yelken kürek Telâş içinde, çok acele olarak, vermek 1. Boşuna harcamak. 2. Savurmak. "Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?"Yelkenleri suya indirmek Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak. "Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca."Yeme de yanında yat İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için içmeden kesilmek Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak. "Yemeden içmeden kesildi, âşık mıdır nedir?"Yemin etsem başım ağrımaz "Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim" anlamında yutulur gibi değil 1. Yenmeyecek nitelikte yiyecekler için. 2. Aşırı, çok pahalı. 3. Çok ağır, kabul edilmez söz. 4. Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan. "Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler."Yer almak 1. Bir şey yapanların arasında bulunmak. 2. Adına ayrılan yerde bulunmak "Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?"Yer cücesi Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş demir gök bakır "Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm" anlamında çaresizliği anlatmak için etmek 1. İz bırakmak. 2. İyice yerleşmek. "Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım."Yer tutmak 1. Bir yeri kaplamak. 2. Birine bir yer ayırmak. "Salonda yer tutmak yasaktır!"Yer vermek 1. Önemini belirtmek. 2. Kendi yerini bir başkasına vermek. 3. İmkân tanımak. "Bu fikre de yer vermeliyiz."Yer yarılıp içine girmek 1. Çok utanmak. 2. Yitirilen şey bir türlü bulunamamak. "Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu."Yer yerinden oynamak Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak."Bu kaleyi de zaptedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık."Yerden yere çalmak Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak. "Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı."Yere bakan yürek yakan Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse. "Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da."Yere göğe koyamamak Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını yurdu belirsiz Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen. "Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?"Yerin dibine geçmek 1. Çok utanmak, sıkılmak. 2. Kaybolmak, göze görünmez olmak. "Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!"Yerinde duramamak Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak. "Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu."Yerinde saymak 1. Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak. 2. Hiç gelişme, ilerleme gösterememek. "Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi."Yerinde yeller esmek Yok olmak, artık bulunmamak. "Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu."Yerinden oynamak 1. Bulunduğu bir yerden ayrılmak. 2. Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak. "O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!"Yerinden oynatmak Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak. "Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın."Yerine geçmek 1. Görevden ayrılan birinin yerine geçmek. 2. Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek. "Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular."Yerini bulmak 1. Aradığı bir yeri bulmak. 2. Yerine gelmek. 3. Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak. "Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim."Yerini doldurmak 1. Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak. 2. Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak. "Bakalım yerini doldurabilecek mi?"Yerle bir etmek Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak. "Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler."Yerli yersiz Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan. "Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam."Yeşil ışık yakmak Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak. "Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum."Yiğitlik sende kalsın "Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun" anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine bitirmek 1-Onmaz hale getirmek. 2-Devamlı eziyet etmek. Yiyip bitirmek 1. Parayı tüketinceye dek harcamak. 2. Yemeği sonu gelinceye kadar yemek. 3. Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak. "Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!"Yılan hikâyesi Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden mesele ya da iş. "Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?"Yılanın kuyruğuna basmak Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat gibi Büyük bir vurulmuşa dönmek Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek. "İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı."Yıldırımları veya şimşekleri üstüne çekmek Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak. "Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun."Yıldızı barışmamak Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak. "Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti."Yıldızı parlamak Şans yüzüne parlamak Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak. "Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti."Yıldızı sönmek Ününü ve itibarını kaybetmek. "Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!"Yok canım! 1. Gerçek mi, öyle mi? 2. Hayır inanmam, doğru değil bu! "Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile."Yok devenin başı! "Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam" anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için pahasına Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına. "Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu."Yol almak 1. Çıkılan yolda ilerlemek."Bir saatte epey yol alırız." 2. Mesleğinde ilerlemek. "Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı."Yol aramak Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak. "Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz."Yol bulmak Bir çözüm, bir çare bulmak. "İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu."Yol geçen hanı Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer. "Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!"Yol göstermek 1. Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak. 2. Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek. "Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana."Yol iz bilmemek 1. Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek. 2. Görgüsüz kesmek 1. Birinin geçmesine engel olmak. 2. Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak. "Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar."Yol tutmak Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek. "Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!"Yol yordam Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları. "Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe."Yola çıkmak 1. Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak. "Sabah erkenden yola çıkacaklarmış."Yola düşmek Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak. "Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile."Yola gelmek Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek. "Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir."Yola getirmek Birinin bir konudaki ters tutumunu çıkmak 1. Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak. 2. Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek. "Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor."Yoldan kalmak Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek. "Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız."Yolu ayağı düşmek Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak. "Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi."Yolu düþmek Bir rastlantı sonucu tutmak Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak. "Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı."Yoluna rayına girmek İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde çıkmak 1. Karşılamaya gitmek. 2. Yolda karşısına çıkmak. "Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı."Yoluna koymak Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek. "İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı."Yolunu beklemek Gelmesini beklemek. "Az yolunu beklemedi oğlunun."Yolunu bulmak 1. Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak. 2. Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak. "Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel."Yolunu kaybetmek Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak. "Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı."Yolunu sapıtmak Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak. "Yolunu sapıtmış şu adamı Allah'tan başka kim doğru yola getirebilir?"Yolunu yapmak Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir gitti, kavga bitti "Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi." anlamında almak 1. Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek. 2. Yorgun birini çıkarmak 1. Dinlenmek. 2. Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde oturtmak 1. Uydu istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak. 2. Bir iş yoluna girmek, rayına ervahına .Lanet olsun anlamındaki bir karşı çıkma sözü. Yufka yürekli Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse."Senin bu kadar yufka yürekli olacağını altına girmek Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek. "Desene boş yere yük altına girmişiz biz."Yük olmak 1. Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak. 2. Masraflarını başkasına ödetmek. "Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar."Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için perdeden konuşmak 1. Yüksek sesle konuşmak. 2. Meydan okurcasına sert konuşmak. 3. Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak. "Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor."Yükseklerde dolaşmak Elde edilmesi zor şeyler istemek. "Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste."Yüksekten atmak Yapamayacağı şeyleri söylemek. "Amma da yüksekten atıyor."Yükte hafif pahada ağır Taşınması kolay, değerli eşya altın, elmas gibi.Yükün altından kalkmak 1. Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak. 2. Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak. "Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar."Yükünü tutmak Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak. "Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu."Yumruk kadar 1. Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak nesne. 2. Küçük çocuk. "Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?"Yumurta kapıya gelmek Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak. "Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?"Yumurtaya kulp takmak Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi yüzlü Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse. "Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?"Yüreği içi parçalanmak Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak. "Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı."Yüreği ağzına gelmek Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak. "Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an."Yüreği çarpmak 1. Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak. 2. Yüreği hızlı cız etmek Çok acımak, içi sızlamak. "Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti."Yüreği dayanmamak Çok acı duymak, acısına katlanamamak. "Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü."Yüreği ezilmek 1. Üzülmek, çok acı duymak. 2. Çok acıkmış olmak. "İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim."Yüreği ferahlamak İçi kaygıdan, sıkıntıdan geniş olmak Gamsız olmak,her şeyi hop etmek Bir olay karşısında birdenbire korkup kabarmak 1. Midesi bulanmak. 2. Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği kalkmak Heyecanlanmak. "Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu."Yüreği kararmak İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak. "Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol."Yüreği katı Acımasız, acıma duygusundan yoksun küt küt atmak Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı oynamak Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin pek 1. Korkusuz, yürekli, çok cesaretli. 2. Yüreği katı. "Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki."Yüreği yanmak 1. Çok fazla acımak. 2. Bir felâkete uğramak. "Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum."Yüreğine içine dert olmak Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak. "Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu."Yüreğine içine işlemek Çok tesirli olmak, derinden acı inmek 1. Birdenbire ölmek. 2. Büyük ölçüde üzülmek. "Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?"Yüreğine od düşmek Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek. "Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur."Yüreğine su serpilmek Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak. "Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı."Yürekte var, elde yokYetenekli olup imkansızlıklar yüzünden bunu geliştiremeyen insanlar için bağlanmak İçten, samimi olarak sevgi ve saygı girmek Bir kanun ya da kararname uygulanmaya hesap Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap. "Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu."Yuvarlanıp gitmek Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek. "Yuvarlanıp gidiyoruz işte."Yuvasını bozmak Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek. "Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam."Yuvasını yapmak Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek. "Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer."Yuvasını yıkmak 1. Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak. 2. Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek. "Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara."Yüz bulmak Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda dökmek Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada görümlüğü Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği göz olmak Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak. "İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar."Yüz karası 1. Utanılacak bir durum. 2. Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak."Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?"Yüz kızartıcı Çok utandırıcı hareket veya tutmak Bir şey olmak üzere bulunmak. "Hava kararmaya yüz tuttu."Yüz üstü bırakmak Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak. "İşleri yüz üstü bırakıp gitti."Yüz vermek Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep yüze bakmak Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek. "Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız."Yüz yüze gelmek yüze gelmek 1. Birden karşılaşmak. 2. Bir araya gelmek. "Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz."Yüzde kalmak 1. Derinleştirmemek. 2. Önemli şeyler meydana gülmek 1. Sevimli, çekici görünmek. 2. Yalandan dost görünmeye çalışmak. "Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar."Yüze vurmak İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak. "Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu."Yüze yüze kuyruğuna gelmek Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış ak Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak. "Alnım açık, yüzüm aktır."Yüzü görmemek Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak."Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler."Yüzü gözü açılmak 1. Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak. 2. İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gülmek 1. Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak. 2. Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak. "Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?"Yüzü kalmamak Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak. "Bugüne kadar ne istedimse verdi. Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste."Yüzü kara Utanacak bir durumu kasap süngeri ile silinmiş Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; sirke satmak Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak. "Baksana, yüzü sirke satıyor adamın."Yüzü soğuk Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz. "Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!"Yüzü suyu hürmetine Bir kimsenin hatırına değer verildiği için. "Hz. Peygamber'in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar."Yüzü tutmamak Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek. "Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor."Yüzü yerde yok "Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor." anlamında suratından düşen bin parça olmak Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak. "Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?"Yüzünden okumak 1. Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak. 2. Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak. "Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor."Yüzüne bir daha bakmamak Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kan gelmek Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek. "İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi."Yüzünü ağartmak Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak. "Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk."Yüzünü ağartmak Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş ekşitmek Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek. "Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda."Yüzünü gören cennetlik Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kara çıkarmak Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek. "Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!"Yüzünü kızartmak Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak. "Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?"Yüzünün akıyla çıkmak Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çekmek Eziyet ve yorgunluğa sokmak Birine sıkıntı, güçlük ve yorgunluk vermek; masraf ettirmek. Zaman kazanmak Birini oyalayarak ihtiyacı olduğu zamanı mümkün olduğunca uzatmaya kollamak 1. Uygun bir fırsat beklemek. 2. Bir işin sırasını öldürmek Kimi şeylerle uğraşarak belli bir zamanın geçmesini sağlamak, boş şeylerle vakit vermek Bir iş için belli bir süre zaman Belli olmayan zamanlarda, ara sıra. Zamane çocuğu Eski nesile göre hayli yadırganacak davranışlarda bulunup sözler sarf eden kimse. Zar tutmak Tavla oyununda istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce, zarlara parmaklar arasında belli bir biçim verip öyle zor 1. Güçlükle, zorla. 2. “Ucu ucuna, kıt kanaat, istenilen ölçüye ancak yaklaşabildi.” anlamında kullanılır. Zart zurt etmek Bağırıp çağırarak, yükseklerden atıp tutarak çıkışmak; kendini büyük göstererek kaba kuvvet gösterisinde olmak Birine çok düşkün etmek Bir şeyin tadını kaçırmak, iyiyken kötü duruma zemberek İnsanın içine işleyen, onurunu zedeleyen çok acı boşanmak 1. Saatin zembereği kurulmaz duruma gelmek. 2. Kendini tutamayarak uzun uzun zürafası gibi Kışın ince elbise giyip gezenler için hazırlamak Bir işin gerçekleştirilmesi için uygun ortam hazırlamak, meydana yıkanmış olmak Biri, ötekine göre çok daha iyi nitelikte kadar Yok denecek kurtarmak Bir işi gereği gibi değil de üstünkörü yapmak ve böylece söz gelmesini önlemek, görünüşü bulmak Son bulmak, bozulup yok olmak, vermemek Zarar ziyan vermemek, korumak. Zevkine varmak Bir şeyin tadını alabilmek, çıkarmak ve duymak; inceliklerini görebilmek. Zevkini çıkarmak Bir şeyin tadından, güzelliğinden olabildiğince dört köşe olmak Çok mutlu olduğu anlaşılmak, çok sevinip keyiflenmek ve aşırı zevk gibi üste çıkmak Bir konuda haksız olduğunu kabullenmeyerek kurnazlıkla kendini haklı ya da suçsuz çıkarmaya karanlık Çok açıklığı İyi, sağlıklı düşünebilme dank etmek Uzun zamandır anlaşılamayan bir şeyi,herhangi bir olayın araya girmesiyle birdenbire bulanmak karışmak Sağlıklı düşünemez olmak, olaylar arasındaki bağlantıyı kaybetmek, ne yapacağını bulandırmak 1. Kuşkulandırmak. 2. Düşünemez hâle çelmek 1. Bir kimseyi yanıltmak. 2. Kandırıp baştan kurcalamak Aklına takılan bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak. Zihnini oynatmak Çıldırmak, aklını yitirip delirmek. Zil gibi Parasız ve takıp oynamak Çok oynamak Çok geçirmek 1. Kendine mal etmek. 2. Bir hesabı birinin borcuna vurmak Prangaya vurmak mahkûmu. Ziyafet çekmek Konukları yemek vererek etmek Yersiz, boş yere yok “Önemli değil, önemi yok!” anlamında etmek Birini görmeye, biriyle görüşmeye, bir yeri görmeye gitmek Karşısındakini sinirlendirmek, sinirini bozmak; bir şeyin tersine hareket etmek. Zılgıt yemek Azarlanmak, paylanmak. Zınk diye durmak Birdenbire, aniden bile vermemek Az da olsa, en ufak bir şey de olsa vermemek. Zıvanadan çıkmak 1. Çok sinirlenip öfkelenmek, taşkınca hareketlerde bulunmak. 2. Delirmek, aklını oynatmak. Zokayı yutmak Aldatılıp zarara binmek İş güçleşmek, ancak zor kullanarak halledilecek hâle gelmek. Zora gelmemek Sıkıntıya ve baskıya katlanamamak, güçlüğe olmak Kendisini zorlayan bir sıkıntısı, derdi ne? “Ne istiyorsun, amacın ne?” anlamında tesellisi Kötü bir işte en önemli şeyi kaybettiği zaman bazı önemsiz, iyi olmayan bir yan bularak sevinmek ve kendini dokunmak İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü kimseyi veya yüksek bir makamı kimi söz ve davranışlarla gücendirmek, darılmasına yol açmak. Zurnacının karşısında limon yemek Uygunsuz bir davranışta bulunarak,çalışamaz hale zırt dediği yer Yapılmakta olan işin en hassas, en önemli, en can alıcı biz çaldık,parsayı o topladı Haksızlık edip hazıra konanlar için söylenir. Aile bir toplumun temel yapı taşlarındandır. Türk toplumunda aile kavramına, bir aile kurmaya ve akrabalık ilişkilerine büyük önem verilmiştir. Çünkü aile birlik ve beraberliğin dolayısıyla dayanışmanın en güçlü olduğu toplumsal birimdir. Bireylerin yetiştirilmesi noktasında aile ilişkileri ve ailenin üstlendiği rol toplum yapısı bakımından son derece önem arz eder. Ailenin biyolojik, psikolojik, ekonomik; eğitim ve terbiye, dinî, manevi, duygusal ve kültürel alanlara özgü gerçekleştirdiği pek çok işlevi vardır. Buna göre sosyolojik bir kurum olarak aile en başta bireylerin buna bağlı olarak da toplumsal gelişimin mimarı sayılır. Sözlü edebiyatın en özel ürünü sayılan atasözleri; belli bir birikim sonucunda her toplumun özyapısına uygun olarak meydana getirdiği, ait olduğu toplumu tüm yönleriyle bize sunarken halkın tasavvur etme gücünü de sergileyen, yaşanmışlıkları usta bir dille aksettiren, orijinal ve kısa anlatımlardır. Yaptığımız tanıma dayanarak atasözleri dil-düşünce-kültür-toplum eksenini en iyi biçimde aktaran olgulardır diyebiliriz. Zira atasözleri bütünüyle toplumdan ve o toplumun kullandığı dilin sözcüklerinden beslenerek var olmaktadır. Yukarıda ailenin toplumun temelini teşkil ettiğini vurgulamamıza göre bahsi geçen konuyla ilgili terimlerin atasözlerinde yer almaması ve konunun işlenmemiş olması da olanaksızdır. Bilindiği gibi temel söz varlığı içinde yer alan akrabalık adları bakımından Türkçe zengin bir dildir. Bu çalışmada da Türkçenin lehçelerinden biri olan Uygur Türkçesindeki aile ve akrabalık derecelerini bildiren adlar atasözleri üzerinden tespit edilmiştir. Uygur Türklerinde aile ve akrabalık ilişkilerini ihtiva eden çok sayıda atasözüne denk gelinmiştir. Bu atasözlerinden tespit edilen adların büyük çoğunluğunun kan soy bağı ve evlilik bağıyla ilgili adlar olduğu görülmüştür. Çalışmamızda Uygur Türkçesinde kullanılan aile ve akrabalık adları öncelikle belirli bir çerçeveye göre sınıflandırılmıştır. Daha sonra Dîvânü Lûgati-t Türk’te ve Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü’nde geçen akrabalık adlarıyla karşılaştırılıp şekil yönünden eş ya da benzer olanları gösterilmiştir. Aynı zamanda akrabalık adları köken bakımından değerlendirmeye alındığında Uygur Türkçesinde hangi yabancı dillerin daha etkili olduğu saptanmaya çalışılmıştır. Bunların yanı sıra Uygur atasözlerinde anne, baba ve çocuk kan-soy bağı terimlerinin en fazla kullanılan akrabalık terimleri olduğu görülmüştür. Uygur Türkçesi atasözlerinde genellikle anne ve baba terimlerinin bir atasözünde yer aldığı ve karşılaştırılarak verildiği dikkati çekmiştir. Sonuç olarak aile ve akrabalık ilişkilerine geniş bir perspektiften bakıldığı Uygur atasözlerinden hareketle Uygur Türklerinin kültüründe aile teşkilatı ve ailenin üstlendiği rol gibi birçok konu sosyolojik açıdan değerlendirilmeye çalışılmıştır. A Study On The Kınshıp Names In Uıghur Turkısh Proverbs Abstract Family is one of the foundation stones of a community. In the Turkish society, great importance has been given to the concept of family, the establishment of a family and kinship relations. Because the family is the strongest social unit of unity and togetherness hence solidarity. The role of family relations and family in the upbringing of individuals is of great importance in terms of community structure. The family has many functions that are specific to biological, psychological, economic, education and nurture, religious, spiritual, emotional and cultural fields. According to this the family as a sociological institution is regarded as the constructor of the development of the individuals in the first place and correpondingly society. Proverbs, which are considered to be the most special and rare products of oral literature, are original and short narratives that are made according to the character of society as a sum of experiences, reflecting the power of imagination of the people while presenting us all the aspects of the society they belong to. Based on the definition we make, we can say that proverbs are phenomena that best convey the axes of language-thought-culture-society. Because proverbs exist entirely from society and from the words of the language that society uses. With regard to emphasize above on the family is the basis of the society so it is not possible that the terms related to the subject are not included in the proverbs and the subject has not been processed. As it is known, Turkish is a rich language in terms of kinship names in its the basic vocabulary. In this study, the names of family and kinship ratios in Uyghur Turkish, one of the Turkish dialects have been identified through proverbs. In Uighur Turks many prominent proverbs involving family and kinship relations were discovered. It is seen that the vast majority of the names found in these proverbs are names related to lineage and marriage. In our study the family and kinship names used in Uyghur Turkish are classified according to a specific framework. Then they are compared to the ones in Dîvânü Lûgati-t Türk’te and Old Uihgur Turkish Dictionary and the same or similar ones by shape are indicated. At the same time, it was tried to determine which foreign languages were more effective in Uyghur Turkish when the kinship names were taken into consideration in terms of origin. Besides these, it is seen that in Uighur proverbs mother, father and child blood-lineage terms are the most used kinship terms. It draws attention that the mother and father terms usually appear in a proverb and are given by comparison. As a result, many points such as family organization and family role in Uighur Turks culture have been tried to be evaluated from sociological point of view, based on Uighur proverbs where family and kinship relations are viewed from a wide perspective. Key Words Uighur proverbs, kinship names, family structure, onomatology. GENÇ YORUM DERGİSİPublished on Jan 25, 2017AYLIK GENÇLİK DERGİSİ Bizden sana bahsetmeye kalksak sayfalar yetmez, belki bir dergi de bunun için hazırlamamız gerekir. Arkamızdaki genç ruhu b... murat sayan

sevdiğin birinden soğumak için dua